Deprem Değil İhmal Öldürür- Mustafa DEĞİRMENCİ- Yeni Meram Gazetesi
Değerli Okurlar; Ülke olarak bulunduğumuz coğrafyanın deprem bölgesi olduğu gerçeğini İzmir’de yaşanan depremle bir kez daha maalesef görmüş olduk. Vefat eden vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, yaralı kurtulan vatandaşlarımıza ise tez zamanda acil şifalar diliyorum.
17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan Marmara Depremi'nden bu güne geldiğimizde kentsel dönüşüm kapsamında birçok riskli yapının yıkılıp, yerine yenisinin inşa edildiğini biliyoruz. Buraya kadar her şey güzel fakat halâ her şehrimizde kullanım ömrünü çoktan tamamlamış eski binalar mevcut, zaten bizleri de depremden korkutan asıl sorun da tam olarak bu. Oturduğumuz binaların sağlamlığına olan güvensizliğimiz, yaşanabilecek olası bir depremde “Bu bina ne kadar dayanabilir?” sorusu hemen hemen her vatandaşımızın kafasını fazlasıyla kurcalıyor. Ve işin garip olan tarafı yeni bina ya da eski bina ayırt etmeksizin bu düşünceye hepimiz kapılıyoruz. Peki, neden mi böyle? Çünkü geçmişte yapılan binalarda denetim, kontrol mekanizması yoktu. Adam betondan çalmış, demirden çalmış, ortaya bir bina çıkarmış ama sağlamlıktan zerre eser yok. Eminim ki 1999 yılından önceki “Ben yaptım oldu“ mantığıyla inşa edilen binaların karot değerleri alınıp incelensin, %90’ı riskli çıkacaktır.
Konya'mızda 2004 yılında yaşanan Zümrüt Apartmanı faciasını hepimiz hatırlıyoruz, depreme bile gerek kalmadan yerle bir olmuştu bina. 92 vatandaşımızı kaybetmiştik. 16 yıl geçmiş üzerinden ama halâ gözümün önünde sözde beton diye kullanılan, dokunulduğunda un ufak olan kalıntılar... Bir kadını korumak istediği için araya giren ve istemeden katil olan Kadir Şeker’e 12,5 yıl hapis cezası veren adalet sistemimiz, 92 vatandaşımızın doğrudan ölümüne sebep veren müteahhide ise o dönemde 5 yıl hapis cezası vermişti. Yani her bir vatandaşımız için sadece 20 gün hapis yatmakla cezalandırılmıştı. Cezası çoktan bitti, belki de şu an yine müteahhitlik yapıyordur bilmiyoruz. Yani bu sadece bildiğimiz ve hatırladığımız bir örnek, İzmir depreminin adli sürecinde umarım yine aynı manzaralarla karşılaşmayız. Yıkılan binaların müteahhitleri her kimse tek tek tespit edilip adaletin önüne çıkarılmalı, kasten adam öldürme suçundan yargılanmalıdırlar. Birini bıçakla öldürmekle, bir binanın malzemesinden çalıp o binadaki insanların ölümüne sebep olmak eş değerde suç olarak değerlendirilmedir.
Bir parantez de günümüz müteahhitlerine açalım. Bilindiği üzere özellikle Marmara Depremi'nin yıkıcı etkisinden sonra inşaatlara yapı denetim zorunluluğu getirildi. Yani eskisi gibi isteğe göre beton ve demir kullanımı yasaklandı, binanın statiğine uygun malzeme kullanımı zorunlu hale getirildi. İlk başlarda çok ta sağlıklı ilerleyemedi, çünkü yine işin insani boyutundan ziyade kanuni boyutuna uydurmak için tamimiyle kâğıt üzerinde bir işleyişe sahipti. Sonrasında çöken Zümrüt Apartmanı sistemin aslında kâğıt üzerinde işleyişinin en önemli ispatı oldu. Türkiye’nin inşaat sektöründe milât olarak kabul edilen Zümrüt Apartmanı'ndan sonra yapılan binaların daha sağlam olduğu gerçeğini de araştırmalar gösterdi. Fakat yine de deprem bölgesi olsun ya da olmasın zemin etüdünden sonra zeminde güçlendirme yapılması kesinlikle her inşaatta zorunlu hale getirilmelidir. Müteahhitlerin kâr marjından biraz daha feragat etmesi, sağlam ve yaşanabilir yapıların inşa edilmesi için yeterlidir. Zaten iyi bir müteahhit kendini ancak bu zor zamanlarda ayakta kalan yapılarıyla ispatlayabilir.
Yazımı sonlandırırken uzak doğu da sıklıkla karşılaştığımız deprem görüntüleri aklımıza gelsin. Hani şu 7,5 şiddetindeki depremde bile ofisinde rahatlıkla oturan ve binanın sağa sola sallanmasına aldırış etmeyen insanları düşünelim birlikte. Sonra da diyelim ki “Adamlar ne bina yapmışlar yıkılmıyor!“ Evet adamlar yapmış, yapmış ama çalmadan yapmış!
Saygılarımla…
HABER KAYNAĞI : HABER MERKEZİ