HZ İSA'YA MEKTUP –(1)
HZ İSA'YA MEKTUP –(1)- Lütfi AYHAN- Yeni Meram Gazetesi
(Değerli okurlar! İnşallah konu ile ilgili üç yazım olacak. Birincisi bu. İkincisi "Hz İsa'nın cevabı", üçüncüsü de bendenizin papa ve hahamlara yazacağım mektup olacak)
İsraillin ABD /Batı desteği ile Gazze'de, Filistin'de, Lübnan'da yaptığı katliamlar, çoluk, çocuk, sivil, asker, yaşlı, kadın fark etmeksizin insanları öldürmesi, İranlı veya onun desteklediği tanınmış insanlara karşı ileri teknolojiyi kullanarak gerçekleştirdiği suikastlar ve bunları da "din" namına yapmış olması; genelde insanları özel de ise Müslümanları şok etmiş görünüyor. Hâlbuki bu ilk değil son da olmayacaktır. Daha dün Afganistan'da, Irakta, Suriye'de bu türden katliamlar çokça yapılmıştı. Biraz daha gerilere gidersek, (mesela yüz sene öncesine) İslam Dünyası o zamanlarda da Modern, Hristiyan batının saldırıları sebebi ile perişan haldeydi. Üstelik O zaman İslam Dünyası bu günkü gibi 57 devlete falan da ayrılmamıştı, birlik halindeydi. Üstelik Halifemizde vardı. Müslümanların en büyük devleti Osmanlı idi. (İran'da ve birkaç ülkede daha Müslümanların bir kaç devleti vardı.) Buna rağmen bu günkünden daha fazla yenilgi yaşıyor, bu günden daha fazla toprak, insan ve en önemlisi kendine güven ve cesaret kaybediyorduk. Maddi ve manevi yönden de durumumuz pek vahim idi. Çünkü I. Dünya harbinden yenik çıktığımız için savaştan önce 6 milyon kilometre kare olan topraklarımız 1 milyonun altına düşmüştü. (tabi bu arada I. Dünya harbinden önce de balkanları, Akdeniz'de Kıbrıs'ı ve birçok adayı, Kuzey Afrika'yı, orta doğuyu yani İslam diyarlarını (Suriye, Suud, Katar, Irak, BAE Bahreyn Kuveyt ve İsrail...) artarda kaybetmiştik. O beldelerde yaşayan milyonlarca insan zulme, tecavüze, soyguna, katliama uğramış, kaçanların birçoğu yollarda hastalıktan, salgından, saldırıdan dolayı ölmüş, sağ kalan milyonlarca muhacir ise başta İstanbul olmak üzere Osmanlının elde kalan Anadolu topraklarına sığınmıştı.
Bu büyük mağlubiyetler ve toprak kayıpları yetmiyormuş gibi o günlerde Kâfirler, Ümmetin Hilafet merkezi, Osmanlının payitahtı (başkenti) olan İstanbul'u da işgal etmişlerdi. Hristiyanlardan oluşan bu haçlı ordusuna karşı çaresiz kalan Osmanlı, onların merhametine sığınmıştı. İşte bu vahim ve çaresiz durum karşısında Süleyman Nazif, Hristiyanların "Yarı Allah", "yarı peygamber" kabul ettikleri Hz İsa'ya bir mektup yazmıştı. İslam Dünyası Bu gün de benzer manzaralar yaşıyor. Yalnız bu sefer Haçlılar Yahudiler ile ittifak halindeler. (Normalde Hristiyanlar Yahudilerden nefret ederler. Çünkü Hristiyanlara göre Hz İsa'yı onlar çarmıha gerdirmişlerdi.)
Bende bu yazımın ilkinde bu mektuptan bazı bölümler yazacağım. Mektupta bizim inancımıza ters bilgiler var. (Şöyle ki en başta herkes kendi günahından sorumlu. Hz. İsa efendimizi, ondan sonra yaşayan ona bağlı gibi görünen Hristiyanların tarihte ve günümüzde yaptıkları katliamlardan işledikleri cürümlerden sorumlu tutmak bizim inancımıza zıttır. Lakin Süleyman Nazif'i o dönemde Osmanlının/Ümmetin artarda aldığı mağlubiyetlerin çokluğu, kaybedilen insan ve toprak kaybının büyüklüğü, Hristiyanların işledikleri cinayetlerin, yaptıkları katliamların akıl almaz boyutlara ulaşmış olması çileden çıkarmış olmalı ki böyle bir mektup yazmış. O dönemde bu mektuba içte (Müslümanlar) dışta (Hristiyanlar) büyük tepkiler vermişlerdir. İşte Süleyman Nazif'in Hz İsa'ya yazdığı o mektuptan bazı alıntılar/bölümler:
"Yâ Nebiyullah!...
Sana hem hissim, hem akıl ve idrakimle hitap etmek isterim( ...) Ben senin nübüvvetine, yani insanları doğru yoldan sapmaktan ve isyanlar ve günahlardan uzaklaştırarak hayr u salâha sevk etmeye Allah tarafından memur bulunduğuna uzun seneler masumane, hürmetimle, muhabbetimle iman ettim. Fakat o masumiyet gibi bu hürmet ve muhabbet de şimdi sarsılmış ve bozulmuştur. Eğer hâlâ iman ediyorsam sebebini sen kendi zatında arama. Seni tasdik etmezsem kendi peygamberimi inkâr etmiş olacağım. Allah'ın bu emrini o âlî-cenâb peygamber, ilk Müslüman ceddim vasıtasıyla bana tebliğ etti. (...)Şimdi de akıl ve idrakimin sual ve hitâbını huzuruna tevcih edeyim:
(...) Söyle var mısın yok musun? Kimsin, nesin? Yerde mi gökte misin? Senden beş yüz yetmiş bir sene sonra doğmuş olan Resulullah... Benim Peygamberim, Allah'ın Meryem'e üflediği ruhtan senin vücut bulmuş olduğunu söylüyor. Hatta insanların seni çarmıha gererek katletmiş olduklarını ağza almaya o şefkatli ve merhametli Nebi'nin gönlü razı olmadığından, dipdiri göğe çıktığını "sadık haberci" sıfatı ile haber vermiştir....)
(...) Sana mensubiyet iddiasında bulunan ümmet, bin sekiz yüz seneden beri, dünyanın her tarafında, art arda kan döküyor ve dökülen kanlar da hep mazlum ve masum damarlarından fışkırıyor. Neron'un mübarek satırı çekilir çekilmez, ümmetin tecavüze başladı. İnsanlar o zamandan beri rahat ve huzurdan mahrumdurlar..." "Sözüme kızma. Biraz sonra kayser lakabını papa ünvanına tahvil ile onun makamına ve senin vekâletine geçen herifler zulümde, cinayette, şenaatte Neron'u fersah fersah geçtiler..." "...Seninkiler yalnız bize ve kendilerinden olmayan diğer akvama fenalık etmekle kalmadılar, sen de onların mağdurlarındansın birkaçını ben haber vereyim: Sana "Allah'ın oğlu" dediler. "Hatırın için Allah'ı üç parça ettiler"..., .Adına "İncil" namıyla biri birini nakız kitaplar yazdılar ..." (üç noktalı yerlerde S. Nazif'in Hz İsa'ya söylediği sözleri yazmaktan korktum)
Hz İsa'nın cevabı inşallah yarın.
-
Lütfi Ayhan2024-10-08 09:20:20Süleyman Nazifin İstanbul'un işgali üzerine hadisat gazetesine yazdığı yazpdan bir bölüm "Kara Bir Gün” “Fransız generalinin dün şehrimize vürûdu münasebetiyle bir kısım vatandaşlarımız tarafından icra olunan nümayiş, Türk’ün ve İslam’ın kalbinde ve tarihinde müebbeden kanayacak bir ceriha açtı. Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüzün ve idbârımız şevk ve ikbale münkalib olsa yine bu acıyı hissedecek ve bu hüzün ve teessürü evlad ve ahfâdımıza nesilden nesile ağlayacak bir miras terk edeceğiz. Almanya orduları 1871 senesinde Paris’e dahil olarak, -Büyük Napolyon’un neşide-i mütehaccire-i muzafferiyâtı olan- tâk-ı zafer altından geçerlerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti. Ve bizim dün sabah saat dokuzdan on bire kadar hissettiğimiz ye’s ve azabı duymamıştı. Çünkü (Fransız) nâmını taşıyan her ferd, çünkü yalnız Hristiyanlar değil, Yahudi Fransızlarla Cezayirli Müslümanlar, o matem-i milli karşısında aynı telehhüf ve hicab ile ağlamış ve kızarmışlardı. Biz ise mevcûdiyet-i milliyye ve lisâniyelerini bizim âlîcenabımıza medyûn olan bir kısım halkın hay-huy şemâtetiyle bu mâtem-i muazzezimize en acı hakaretlerin birer tokat şeklinde atıldığını gördük. (Buna müstehak değildik) diyemeyiz. Müstehak olmasaydık, bu felakete düçâr olmazdık.. Her milletin sahâif-i hayatında birçok ikbal ve idbâr sahîfeleri vardır. Fransa Kralı Birinci Fransuva’yı (Şarlken)’in mahbesinden kurtarmış ve koca Viyana şehrini kerrât ile sarmış bir ümmetin defter-i mukadderâtında böyle bir satr-ı elîm de mestûr imiş. Her hal muhavveldir. Araplar’ın güzel bir sözü var: “Isbır feinne’d-dehre lâyesbır” (Sen sabret, çünkü zaman sabretmez) derler.”