Konya KAPALI 21°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
TORKU BİSKÜVİ

Kapı kulları

Kapı kulları-Rıdvan Bülbül-Yeni Meram Gazetesi

Dalkavukların yüne toprak seçin. ( Hadis)

“Hadi oradan dalkavuk
Önüne katmış sın birkaç hödük
Çaldığınız boru düdük.”
***
Sanmayın ki el-etek öpmek, yandaşlık ve yalakalık etmek sadece devr-i demokraside yaşanıyor, hayır! Dünya Tarihi geçmişte de bu denli yaklaşımlara tanıklık etmektedir. Ancak ne var ki, “dalkavukluk” kavramı günümüzde giderek “yandaşlık” kavramına evrilmekte, çoğu kez “ yağcılık, yağdanlık, tetikçi, şaklaban ” sözcükleriyle karşımıza çıkıyor.
Dalkavuk, (sözlük anlamı) : Kendisine çıkar ve yarar sağlayacak olanlara aşırı bir saygı ve hayranlık göstererek yaranmak isteyen kimse, şaklaban. (TDK sözlüğü)

Hazine’den geçinen mesleksiz birer “bürokrat” olan “Kapı kulları”, efendilerine yağcılık etmeye kalktıklarında; büzük ağızlarıyla konuşurlardı;
-Hâk-i payiniz (ayağınızın altındaki toprak) olayım efendim…
– Ayağınızın türabı (toprağı) olayım efendim…
-Ellerinizden, eteklerinizden, ayaklarınızdan öperim efendim!

Seçimlerden sonra ve iktidar değişiklikleri süreci dalkavukların üreme dönemleridir Bu denli davranışlar Doğulu toplumlarda bir kültür halime gelmiştir. Örneğin Padişahlar, Şahlar, Çarlar da el etek öptürürlerdi. El etek öpenler yerlere kadar eğilip muhataplarından ‘ihsan’ alırlar, geçim kaynağı oluştururdu.
Kısaca dalkavukluğun öylesine çok çeşidi vardı ki, Yunan tarihçisi Diodere de Sicile’in anlatımına göre Habeş İmparatoru bir kaza geçirip de, gözlerinden birini, bir bacağını ya da kolunu kaybedecek olursa, dalkavuklar da aynı organı yok eder imparatorları gibi kör, topal, çolak kalırlardı.

III. Murat’ın da bir dalkavuğu vardı. Övgü ve esprileriyle Padişahı bir tür eğlendirirken
“ihsan”ını vereceği sırada öneride bulundu;
“ Hünkârım bugün altın değil, 100 sopa vurulmasını isterim!”
Padişah nedenini sorunca “siz önce bir elli değnek vurdurun, sonra sorun” yanıtını verdi.
Dalkavuğu falakaya yatırdılar. Elli değnekte Padişah falakacıları durdurdu;
“ Haydi şimdi söyleyin söyleyeceğinizi”

Dalkavuk yerinde doğrularak konuştu;
“Benim bir ortağım var, kalan elli değneği de ona vurdurmanız gerek”
Padişah, ortağının kim olduğunu sorunca Dalkavuğu şu yanıtı verdi;
“Hünkârım, her gün beni çağırtmak için bostancınızı gönderiyorsunuz ya, bu adam her seferinde yolda bana, “bak seni ben götürüyorum, altının yarısı benim” der sonra çıkınca da sizin ihsanınızın yarısını zorla elimden alır, bu yüzden ortağım sayılır ve elli değneğin de ona vurulması gerekir.”
III. Murat güldü ve falakacılara emir verdi, bostancıyı yatırttı.

Osmanlı edebiyatında şiirde “kaside” türü sıkça gündeme gelirdi. Kasideler genelde padişahlara süslü övgüler yağdırmak için yazılır karşılığında da “ihsan-ı şahane” olarak kese dolusu altın alınırdı. Övgü yerine; eleştiriye ve fiyaskoları açığa çıkarmaya kalkanlar ise ağır cezalara çarptırıldı.

Ünlü yazar Reşat Ekrem Koçu, “Devletli, inayetli, merhametli efendim. Kimsesiz dalkavuk kullarınızın arzuhalidir. “diye başlayan I Mahmut dönemine ait bir “dilekçe”yi aktarıyor. Dalkavuklar ölçüyü kaçırana nizam istiyor, ekinde “dalkavuğun çalışma tüzüğü ve ahlak ilkesi” var. Son bölümde ücretler sıralanıyor:
“Dalkavuğun burnuna fiske vurma 20 para, başına kabak vurma 30 para, yüzünü tokatlama 30 para, oturduğu yerden aşağı yuvarlama 30 para, merdivenden aşağı yuvarlama 180 para, kafasına iri bir yumruk indirme 40 para, ellerine ve ayaklarına domuz topu bağlama 40 para, kuyruğu dışarıda kalmamak üzere bir fındık sıçanını ağzına kapatma 400 para.”

“Ey hayâ namında bir hissin vücudundan bile,
Pek haberdar olmayan yüzsüz, hayâsız, bak hele;
Arkasından takla attın en denî bir şöhretin
Düştü takken, çıktı cascavlak o kel mahiyetin”
(Mehmet Akif)

Tanzimat’tan evvelki devirde, bugünkü mecazi anlamı ile dalkavuklar mevcut olmakla beraber, onlardan tamamen ayrı, kelimenin basit lügat anlamına göre isim almış loncası ile kahyası ile ve efradı ile, işleri kibarları ve zenginleri ve onların konaklarındaki, meclislerindeki kimseleri eğlendirmek olan bir
Osmanlı İmparatorluğu dağılma ve gücünü kaybetme süreciyle birlikte, yönetim sisteminde zaaflar yaşamaya başladı , bu zaaf dalkavuklar için bulunmaz fırsat oluşturdu. Böylece mevcut dalkavukların (yönetimin türlü türlü kademelerinde görev yapan ancak mesleki olarak adlandırılmayan, kendini gizlemiş, tavır ve davranışlarıyla dalkavuk olarak hareket edenlerin yanı sıra ısmarlama dalkavukların, bazı şair vb kişilerin) ve dalkavukluğu meslek olarak yapanların yönetenlerin üzerindeki etkileri de o oranda artmış oluyordu.

Dalkavukluğun meslek olarak yapılmasına ilişkin. tarihçi Reşat Ekrem Koçu yazıyor;
“Dilimizde bugün mecazi manada bir tiynet, ruh haletini belirten isim olarak kullanıyoruz; kendi çıkarı, menfaati için bir zengine, devlet kapısındaki k mevki sahibine yardakçılıkta bulunan adam, uşaktan aşağı ve hatta şerefsiz, haysiyetsiz köleden zelil bir tiptir; bütün insani meziyet ve faziletlerden soyunmuş dalkavuk, bugünkü anlamda hacı yatmaz gibidir; para kaynağı yahut timsalin önünde eğilir, el, etek, ayak öper, ama her zaman menfaatini sağlar, maddi sıkıntı çekmemek anlamında ayakta durur; ayağını öptüğü kimse gücünü kudretini kaybedince de hemen yeni efendilerinin huzurunda zilletle eğilir, tereddüt etmeyerek efendisinin aleyhinde bulunur. “Dalkavuğu tokatlayıp kovabilmek çok zordur. Ülkeler fethetmiş serdarlar tahtlar, saltanatlar devirmiş inkilapcılar bile nabızlarına göre şerbet vermesini bilen dalkavukluğu da beslemiştir.”

Koçu, Tanzimat’tan önceki dönemlerde dalkavukların yanı sıra bu işi meslek olarak yapan esnafının varlığını da işaret ediyor;
“ Tanzimat’tan evvelki devirde, bugünkü mecazi anlamı ile dalkavuklar mevcut olmakla beraber, onlardan tamamen ayrı, isim almış loncası ile kahyası ile ve efradı ile, işleri kibarları ve zenginleri ve konaklarındaki, meclislerindeki kimseleri eğlendirmek olan bir ‘dalkavuk esnafı’ vardı. Tanzimat’tan önce başa ya külah, ya kavuk giyilirdi. Külahı, külahın çeşidini ayak takımı ile esnaf ve asker ocaklarında efrad giyerdi. Külahın üzerine, işlerinin, mesleklerinin alameti farikası olarak beyaz dülbent, yahut renkli çember sararlardı; bazı gençlerle bilhassa asker dalkülah olurdu, yani külahlarını, üzerine herhangi bir şey sarmadan giyerlerdi. Kavuk ise tüccarın, memurun, kibarın, ricalin ulemanın serpuşu idi ve kavuk istisnasız üzerine mutlaka bir şey sarılan serpuş idi. İşleri, meslekleri başkalarını eğlendirmek olan dalkavuk esnafına zelil adamlar kabul edilmişti ve onlara serpuş olarak ayak takımının ve eşrafın ve askerin serpuşu olan külah giydirme imkanı bulunamamıştı; zira, külahlarına ne sararlarsa sarsınlar, yahut dalkülah da olsalar muhakkak esnaf veya askerle karıştırılacaklardı. Kavuk ise daima üzerine bir şey sarılarak giyilen serpuş olduğu için o zelil adamlara serpuş olarak kavuk seçildi ve toplum içinde derhal seçilmemeleri için de ‘dalkavuk’ olmaları, yani kavuklarına hiçbir şey sarmamaları emrolundu, bu suretle kendileri de alameti farikaları olan serpuşlarına nispetle ‘Dalkavuk’ adını aldılar.
“Dalkavuk esnafı, zamanımızın mecazi anlamla isim almış dalkavukları yanında yedi zemzemle yıkanmış biçarelerdi; tekrar ediyoruz, başkalarını türlü yollardan eğlendirmeyi alenen iş, meslek edinmişlerdi. Nizamnameleri vardı ve iş hizmet karşılığı alacakları ücretin narhları vardı. Hürriyetlerin alabildiğine kısıldığı mutlakiyet-i mutlaka devrinde, yazın yalısına ve kışın konağına kapanmak zorunda olan devletliler için dalkavuk kullanmak bir ihtiyaçtı.”
Koçu, Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan 1. Mahmut devrine ait, ancak kime yazıldığı belli olmayan dilekçeyle dalkavuk esnafının varlığını ispat ediyor. Birinci Sultan Mahmut devrine ait olup kime hitap ettiği belli olmayan bu vesika bir dilekçedir; bugünkü dilimize çevirdiğim sureti şudur:
“Devletli, inayetli, merhametli efendim
“Kimsesiz dalkavuk kullarınızın arzuhalidir
Her yıl Ramazanı Şerif geldiğinde İstanbul’da, davetli, davetsiz iftarlara gideriz. Ulemanın, ricalin, devletin vesair büyüklerin mevki sahiplerinin sofralarında çeşitli nefis yemekler, türlü türlü reçeller, süzme aşureler, şerbetler, tavuk göğüsleri, helvalar, kaymaklı baklavalar, ekmek kadayıfları, hoşaflar yer içeriz, üstüne göbek tütünü ve kahve ile ikram görürüz. Lakin içimizde bazı terbiyesizler bulunup edebe uymayan hareket ve tavırları ile velinimetimiz efendilerimizi gücendirmekte, zararı da hepimize dokunmaktadır. Dalkavukluk sağlam bir nizama bağlanmazsa cümlemizin açlıktan öleceğimiz aşikardır. Kadim nizam ve kanuna göre yeniden bir nizama bağlanmamızı, içimizden uygunsuzlarını tard edilmesini, tavır ve hareketleri hepimizin makbulü olan Şakir Ağa’nın cümlemize kahya tayin olunmasını ve memuriyetini bildiren bir kıt’a ruhsatname ihsan buyurulmasını niyaz ederiz. Emir ve ferman devleti inayetli efendim sultanım hazretlerinindir. İmza: Dalkavuk Kulları”
Bu dilekçe dikkatle okunmuş ve altına şu şayanı dikkat satırlar yazılmıştır:
“Dalkavuklar kibar ve rical huzurlarına girdiklerinde etek öperler. Oturacakları yer, trahzan yanındaki küçük minderlerdir. Vazifeleri, hane sahibi olan zatın mizaç ve tabiatına uygun şekilde konuşmak, zikri müstekreh tabirlerden ve küfürlerden gayetle sakınmaktır. Hane sahibi ne söylerse fevkalade yardakçılıkla tasdik edecekler ve asla aykırısında söz söylemeyeceklerdir. “

Tanzimat’tan evvelki devirde, bugünkü mecazi anlamı ile dalkavuklar mevcut olmakla beraber, onlardan tamamen ayrı, kelimenin basit lügat anlamına göre isim almış loncası ile kahyası ile ve efradı ile, işleri kibarları ve zenginleri ve onların konaklarındaki, meclislerindeki kimseleri eğlendirmek olan bir ‘dalkavuk esnafı’ vardı.
Reşat Ekrem Koçu’nun Koçu bir yapıtında Osmanlı İmparatorluğu gücünü kaybetme süreciyle yönetim sisteminde de zaaflar yaşamaya başladığımı bunun dalkavuklar için bulunmaz bir fırsat olduğuna dikkati çekti;
“Dalkavuğu tokatlayıp kovabilmek çok zordur. Ülkeler fethetmiş serdarlar, cihangirler, tahtlar, saltanatlar devirmiş inkilabcılar bile nabızlarına göre şerbet vermesini bilen dalkavukluğu da beslemiştir.”
Koçu, Tanzimat’tan önceki dönemlerde mevcut dalkavukların yanı sıra bu işi meslek olarak yapan bir dalkavuk esnafının varlığını da işaret ediyor; “Tanzimat’tan önce de dalkavuk vardı. loncası ile kahyası ile ve efradı ile, işleri kibarları ve zenginleri ve onların konaklarındaki, meclislerindeki kimseleri eğlendirmek olan bir ‘dalkavuk esnafı’ vardı. Önce başa ya külah, ya kavuk giyilirdi. Külahı, külahın çeşidini ayak takımı ile esnaf ve asker ocaklarında efrad giyerdi. Külahın üzerine, işlerinin, mesleklerinin alameti farikası olarak beyaz dülbent, renkli çember sararlardı; bazı gençlerle bilhassa asker dalkülah olurdu, yani külahlarını, üzerine herhangi bir şey sarmadan giyerlerdi.
Kavuk ise tüccarın, memurun, kibarın, ricalin ulemanın serpuşu idi ve kavuk istisnasız üzerine mutlaka bir şey sarılan serpuştı;
“İşleri, meslekleri başkalarını eğlendirmek olan dalkavuk esnafına zelil adamlar kabul edilmişti ve onlara serpuş olarak ayak takımının ve eşrafın ve askerin serpuşu olan külah giydirme imkanı bulunamamıştı; zira, külahlarına ne sararlarsa sarsınlar, yahut dalkülah da olsalar muhakkak esnaf veya askerle karıştırılacaklardı. Kavuk ise daima üzerine bir şey sarılarak giyilen serpuş olduğu için o zelil adamlara serpuş olarak kavuk seçildi ve toplum içinde derhal seçilmemeleri için de ‘dalkavuk’ olmaları, yani kavuklarına hiçbir şey sarmamaları emrolundu, bu suretle kendileri de serpuşlarına ‘Dalkavuk’ adını aldılar. “Dalkavuk esnafı, zamanımızın mecazi anlamla isim almış dalkavukları yanında yedi zemzemle yıkanmış biçarelerdi; tekrar ediyoruz, başkalarını türlü yollardan eğlendirmeyi alenen iş, meslek edinmişlerdi. Nizamnameleri vardı ve iş hizmet karşılığı alacakları ücretin narhları vardı. Hürriyetlerin alabildiğine kısıldığı mutlakiyet-i mutlaka devrinde, yazın yalısına ve kışın konağına kapanmak zorunda olan devletliler için dalkavuk kullanmak bir ihtiyaçtı.”
Koçu, Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan 1. Mahmut devrine ait, ancak kime yazıldığı belli olmayan dilekçeyle dalkavuk esnafının varlığını ispat ediyor:
“Birinci Sultan Mahmut devrine ait olup kime hitap ettiği belli olmayan bu vesika bir dilekçedir; bugünkü dilimize çevirdiğim sureti şudur: “Devletli, inayetli, merhametli efendim
“Kimsesiz dalkavuk kullarınızın arzuhalidir
“Her sene Ramazanı Şerif geldiğinde İstanbul’da, davetli, davetsiz iftarlara gideriz. Ulemanın, ricalin, devletin vesair büyüklerin mevki sahiplerinin sofralarında çeşitli nefis yemekler, türlü türlü reçeller, süzme aşureler, şerbetler, tavuk göğüsleri, elmaspareler, helvalar, kaymaklı baklavalar, ekmek kadayıfları, hoşaflar yer içeriz, üstüne göbek tütünü ve kahve ile ikram görürüz. Lakin içimizde bazı terbiyesizler bulunup edebe uymayan hareket ve tavırları ile velinimetimiz efendilerimizi gücendirmekte, zararı da hepimize dokunmaktadır. Dalkavukluk sağlam bir nizama bağlanmazsa cümlemizin açlıktan öleceğimiz aşikardır. Kadim nizam ve kanuna göre yeniden bir nizama bağlanmamızı, içimizden uygunsuzlarını tard edilmesini, tavır ve hareketleri hepimizin makbulü olan Şakir Ağa’nın cümlemize kahya tayin olunmasını ve memuriyetini bildiren bir kıt’a ruhsatname ihsan buyurulmasını niyaz ederiz. Emir ve ferman devleti inayetli efendim sultanım hazretlerinindir. İmza: Dalkavuk Kulları”
Bu dilekçe dikkatle okunmuş ve altına şu şayanı dikkat satırlar yazılmıştır:
“Dalkavuklar kibar ve rical huzurlarına girdiklerinde etek öperler. Oturacakları yer, trahzan yanındaki küçük minderlerdir. Vazifeleri, hane sahibi olan zatın mizaç ve tabiatına uygun şekilde konuşmak, zikri müstekreh tabirlerden ve küfürlerden gayetle sakınmaktır. Hane sahibi ne söylerse fevkalade yardakçılıkla tasdik edecekler ve asla aykırısında söz söylemeyeceklerdir.”

*Bizi tenkit ederek kurtaran dosttan, kaybımıza sebep olan dalkavuk çok zaman daha itibar görür. (Delavigne)
*Bir ülkede dalkavukluğun sağladığı çıkar, dürüstlüğün sağladığı çıkardan daha verimli olursa o ülke batar. (Montesqui)
* Dalkavukluk, devlet adamlarının çevresini sarmış bir çemberdir.
(Montesquieu)
* Dalkavuktan sakınınız, çünkü o insanı boş kaşıkla besler. (Casisno de Gregrio)
* Eğer düşmanlarınızı gülünç gösterip mahvetmek isterseniz, etrafını dalkavuklarla doldurun. (E Jaloux)
* Gerçekten büyük olmayan “büyük adamlar” çevrelerini küçük adamlarla doldururlar. (Reich)
* İktidar dalkavukluktan hazzetmeye başladığı zaman, şeref daima ayaklar altında ezilmiştir. (Shakespeare)

0 0 0 0 0 0
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Sosyal medya şövalyeleri!

HIZLI YORUM YAP

0 0 0 0 0 0

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.