Vücudumuzla konuştuğumuzu biliyor muyuz?
Vücudumuzla konuştuğumuzu biliyor muyuz?- Kudsi ÖNCÜ- Yeni Meram Gazetesi
Yazımızın başlığına ilk bakışta kişinin karşısında muhatap/obje olmaksızın kendi kendine konuşması konusunda bir yazı olduğunu düşünebilirsiniz. Aslında bu tablo psikiyatrik bir hastalık tablosunun semptomlarındandır. Ancak yazımızın konusu, vücudumuzun/organizmanın muhtelif doku ve organlarında patalojik sapmaların oluşturduğu sinyallerin/bilgilerin/haberlerin beynin erör/arıza merkezine/hafızasına iletilmesi işlemlerinin bütünüdür. Organizmanın/vücudun en küçük yapı taşı hücredir. Hücrelerin birleşmesinden dokular, dokuların birleşmesinden organlar, organların birleşmesinden sistemler, sistemlerin birleşmesinden organizma/vücut teşekkül etmiştir.
Sistemler kombinasyonu içinde mükemmel bir entegrasyon, koordinasyon, işleyiş ve iletişim mevcuttur. Sistemlerden birinde bir patalojik sapma/bozulma olmuşsa bir başka sistemin/sistemlerin etkilenmemesi mümkün değildir. İşte dokusal, organel ve sistemik düzeyde oluşan patalojik sapmalara ait bilgiler/sinyaller beyinde arıza merkezine/erör hafızasına taşınır. Gelen bilgiler/sinyaller bir takım değerlendirme işlemlerinden geçirilir. Son karar muhakeme merkezinde karar olarak motor/eylem merkezine iletilir. Kişi son kararın eylemini doktora/sağlık kurumuna baş vurarak gerçekleştirmiş olur. Arıza bildirim sisteminin ve arıza merkezinin/erör hafızasının işleyiş sürecinin tamamı organizmayla/vücutla konuşmayı ifade eder. Vücudumuzda ki her arıza erör hafızasına bildirilir mi? Bildirilmez, şayet bildirilmiş olsaydı hayat çekilmez olurdu.
Hücresel düzeyde sürekli arızalar olmaktadır. Ancak reperatör/tamirci genler sürekli arızaları onarma işlevlerini sürdürdükleri için bu seviyede ki arızalar la merkez meşgul edilmez. Ancak hücresel seviyedeki bozukluk doku seviyesine geldiği zaman, o dokuya ait arıza sinyalleri arıza merkezine bildirilir. Temel fizyolojik/işleyişe ait bilgiyi verdikten sonra, kendi iç dünyamızda ki dilden bahsedelim. Arıza merkezine gelen bilgilerin bilinç/farkındalık düzeyine taşınması sonucu oluşan algılar kümesinin bütününe semptomlar/şikayetler denir.
Bu semptomları üç guruba ayırabiliriz.
1-Duyusal/algısal semptomlar
2-Fziki semptomlar(gözle görülebilen, dokunulabilen)
3-mikroskobik ve kimyasal (Lab. bulgularında) sapmalar
Duyusal semptomların başında AĞRI gelir. Organizmanın haberleşmesi şehirlerin elektro-tele-kominikasyon hattını andıran sinir örgüsünün oluşturduğu yollarla sağlanmaktadır. Herhangi bir doku ve organdaki arızanın çoğu zaman ilk bilgisi ağrıdır. Erken teşhis ve tedavinin ilk adımı ağrı algısını önemsemek ve bu konuşmaya kulak vermektir. Çoğu zaman gecikmiş tanıların öyküsünde, aylarca hatta yıllarca süren ağrı şikayetlerinin olduğunu duyarız. İster duyusal, duygusal ister fiziki ve lab. tetkik bulgular olsun bunların her biri patalojik bir sapmanın vücudumuz tarafından üst belleğe iletilen söylemleridir, bilgilerdir. İşte, başta kronik hastalıkların, çoklu organ hastalıklarının ve kanserlerin/sarkomların teşhislerinin gecikmesinin en büyük nedeni iç dünyamızdan arıza merkezine gelen sinyallere/bilgilere muhakeme merkezini kapatmamızdır. Organizmamızla yaptığımız konuşmalardan bazı sahneler arz ederek örneklendirmek istiyorum. Sindirim sistemimizden bir konuşma sahnesi; Çok güzel hazırlanmış bir sofraya oturuyoruz. Bir süre sofraya/masaya göz atıyoruz. Çorbası, et yemeği, salatası, tatlısı vs. gözlemliyoruz. Sofra muhteviyatı görsel objeler olarak algılanıyor. Beyinin ilgili bölgesine ulaşan görsel bilgiler değerlendirilir. Sofradaki besin ürünlerinin niteliklerine göre psişik sindirim eylemi başlatılır. Ağızda tükrük bezleri, midede minik ritmik kasılmalar, mide öz suyunda artma, vs sindirim için fizyolojik hazılrklar başlar. Yemeğe geçilir, öncelikle mekanik/parçalama/övütme işlemleri,sonra kimyasal/enzimatik sindirim ve ince bağırsaklarda emilim/gıdaların kan dolaşımına taşınması gerçekleşir. Sindirim sistemi, organizma/vücut için yeterli ihtiyacı karşılayacak alımı yaptığı zaman öncelikle mideden kalkan doygunluk uyarısı beyne iletilir, son değerlendirmeden sonra tokluk algısna ait sinyaller iştah merkezinde yemeyi sonlandırma dürtüsü oluşturur. Ancak kişi bu sese kulak vermez yemeğe devam ederse organizmada ifsad/fesat/kargaşa başlamıştır.
-İhtiyaç fazlası alımlar vücuda ciddi yük oluşturacaktır.
-Vücudun itrah//temizleme sistemlerinin(böbreklerin, bağırsakların, karaciğerin, kalbin, ak ciğerlerin)yükü artacaktır.
-Alınan fazla enerji/kalori yağa dönüşerek depolanacaktır.
-Kilo artacak obezite gelişecektir.
-Yüksek tansiyon, damar sertliği, kalp ve böbrek yetmezliği, karaciğer yağlanması, damar tıkanmaları, pıhtı atma/emboli, diyabet, romatizmal eklem hastalıkları, felç/inme vs. hastalıkların riski ciddi anlamda artacaktır.
Ayrıca organizmanın biyo elektriksel sinyal akışları,-kişinin vücudundan gelen sese kulak vermemesi sonucu-körelecektir. Bu durumda organizmadaki oluşan arızaların arıza merkezine/erör hafızasına bildirimi gecikecek ya da bildirim tamamen duracaktır. Hastalıkların tanılarının gecikmesinin en büyük sebebi iç dünyadaki bilgilerin zamanında arza merkezine iletilmemesidir. Sadece bir sisteme ait bilgi akışına kulak vermememiz sonucunda oluşacak bir tablonun nasıl sonuçlara götüreceğini animize ederek anlattım. Sonuç olarak; insan organizması, içinde sayısız mucizeler barındıran, dokuları ve sistemleri arasında harikulade entegrasyon, koordinasyon, işleyiş ve iletişime sahip bir yapıdır. Organizmanın/vücudumuzun sesine kulak verelim, sağlıklı kalalım.
UNUTMAYIN yaşam sağlıkla değerlidir.
-
Henüz yorum yapılmamış.İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.