YALNIZ SEKİZ DAKİKAN VAR
YALNIZ SEKİZ DAKİKAN VAR- Muhammet GÜMÜŞ- Yeni Meram Gazetesi
Her zaman söyler, konuşur ve anlatırız insanın bu hayatta değerleri hedefleri ve amaçları olmalıdır diye.
Dünyaya geliş ve yaratılış amacımızdan tutun da yaşam boyunca verdiğimiz mücadeleye kadar hepsinin ayrı ayrı bir hedefi, durağı olduğunu biliriz. Ancak gelin görün ki iş mücadele kısmına gelince bu bilinçten uzak kaptırırız kendimizi amacımız dışına çıkarak.
Kimi zaman hırsımıza kimi zaman aç gözlülük diye adlandırılan nefsi duygumuza yeniliriz. Ama yenilen pehlivan güreşe doymaz edasıyla kendimizi düzeltmek yerine daha da ileriye gidebiliriz.
Elimizdeki ve gönlümüzdekinin kıymetini bilmek onlara sahip olmak yerine o değerlerimizi de riske atarcasına boyumuzdan büyük işlere gireriz.
Oysa bilmemize rağmen çok da umursamadığımız gerçek şudur ki; bize ömür olarak bahşedilen gerçeğin bir sonu var ve o son sonrasında geride bıraktıklarımız için bizsiz bir hayat varken bize de ebedi bir hayat var. İşte o hayatın azığının şu an yaşamış olduğumuz hayattan tedarik edildiğini çok iyi idrak etmemiz gerekiyor.
Bugün bireysellikten tutun aile, sülale, toplum ve millet olarak atacağımız her adımın ebedi hayata da yansıyacağını unutmamamız gerekiyor.
Bu aralar aslında bizlerin normal hayatımızda dikkat etmemiz gereken ancak bunda başarılı olamayıp kanun ve nizam ile dikkat etmeye yönlendirildiğimiz cezai durumlar çok konuşulur oldu.
Mesela trafikte yol kesme, araç durdurma gibi birebir kul hakkıyla bağlantılı yaşam tarzı ceza ile normal seviyede olması sağlanıyor. Oysa kul hakkı düşüncesiyle bile yapılmaması gereken bu tarz yanlış hareketler illa ceza ile düzgün yaşam halini alacak.
Bu ve buna benzer yüzlerce örneği sıralamak mümkün, önemli olan sadece kendimizin yapmamasının ötesinde yapan her kimse uyarmak anlatmak da bizlerin görevidir.
Tanımadığın, bilmediğin insandan önce yakın çevremizden başlamak daha mantıklı olacaktır. Yazının başında bahsettiğim ebedi hayat için vereceğimiz mücadelede süremizin kısa olduğunu unutmamak gerekiyor. Bunla alakalı çok beğendiğim güzel bir alıntıyı konuyu daha iyi algılamak adına paylaşmak istiyorum.
“Anlatılan efsaneye göre bir kadın, bir gün kucağındaki çocuğu ile birlikte bir mağaranın önünden geçerken içeriden gelen bir ses duyar:
"İçeri gir ve ne istersen al, ama en mühim olanı unutma!
Ayrıca, sen çıktıktan sonra kapının bir daha asla açılmayacağını da dikkate al...
Ancak bu fırsatı kaçırma, ama yine de en mühim şeyi unutma..." diyor, durmadan ikaz ediyordu.
Kadın mağaraya girer ve büyük bir servetle karşılaşır.
Yığınla altın ve mücevherleri görünce şaşkına döner ve çocuğunu yere bırakarak hemen büyük bir hırsla mücevherleri toplamaya başlar.
Bu sırada o esrarengiz ses yine duyulur:
"Yalnız sekiz dakikan var."
Sekiz dakika çabuk geçer. Kadın toplamış olduğu kıymetli taşlar ve altınlarla birlikte mağaranın dışına koşar ve kapı kendiliğinden kapanır.
Bu sırada çocuğunu içeride unutmuş olduğunun farkına varır ama iş işten çoktan geçmiştir. Ağlamak, sızlamak, dizini dövmek, saçını-başını yolmak fayda vermez.
Kapı bir kere daha açılmamak üzere kapanmıştır. Zenginlik uzun sürmez, ama ümitsizlik hep yaşar.
Aynı şey çoğu zaman çoğu insanın başına da gelir.
Bu dünyada yaklaşık 80 senelik ömrümüz vardır ve bir ses daima bize: "Sakın en mühim şeyi unutma!" der gibidir. Mühim olan açık, net bir şekilde bellidir, o da: "Ebedi hayatı kazanmak"tır.
Kaybedilme ve riske sokamayacağımız şeyler: Manevi değerler, doğru inanç, doğru arkadaş, doğru çevre, doğru aile, hakiki dostlar ve sana ayrılan sınırlı hayattır.
Maalesef biz en mühim şeyleri çoktan unutmuşa benziyoruz.
Kalın sağlıcakla.

-
Henüz yorum yapılmamış.İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.