Ne istediğimizi gerçekten biliyor muyuz?- Mustafa DEĞİRMENCİ- Yeni Meram Gazetesi
Değerli Okurlar
Bu haftaki yazımda ülke gündemini fazlasıyla meşgul eden aşı çalışmalarıyla alakalı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim. Hastalığın başladığı günden beri “aşısı ya da tedavisi bulunsa da şu illetten kurtulsak“ cümlesini belki yüzlerce kez duyduk çevremizde. Her akşam televizyonda haberleri izlerken bu kabus dolu günlerden kurtulmak için bilim dünyasından gelecek güzel haberleri pür dikkat bekledik. Bu süreçte kelle paça çorbasından medet umanlar da oldu, limondan, zerdeçaldan, pekmezden vb. ürünlerden fayda bekleyenlerde oldu. Faydasızdır demiyorum, ama hiçbirinin virüse karşı kesin çözüm olmadığını da zaten biliyoruz. Sonuç olarak biz neyin faydalı neyin zararlı olduğunu tartışırken, farklı ülkelerden farklı yöntemler kullanılarak virüsün aşısının bulunduğu haberlerini duymaya başladık. Bu noktada işin çok fazla bilimsel yönüne değinmeyeceğim, çokça duyduğumuz inaktif ve mRNA aşılarının nasıl üretildiği, kaç derecede saklanması gerektiği gibi aklımızı yoracak verilerle kafa karıştırmak istemiyorum. Bu sebeple daha gerçekçi ve anlaşılır bir dille yazımıza devam edelim.
Dünya var olduğundan beri tüm insanlık belirli dönemlerde belirli salgın hastalıklarla karşı karşıya kaldı ve milyonlarca insan bu hastalıklardan dolayı hayatını kaybetti. Yaşandığı dönemlere göre aşının bulunma süresi farklılık gösterse de tüm bu salgın hastalıkların tedavisi aşı ile gerçekleştirildi. Gelişen teknoloji ile birlikte salgın hastalıklara karşı aşı bulunma süresi git gide kısaldı ve şu an ortalama 1 yıl içerisinde Covid-19 aşısının bulunmuş olduğu gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Fakat teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, isterse yüzyıllar geçsin tek bir hastalığa aşı bulunamayacağının bilinmesi gerekiyor, o hastalığın adı ise “cehalet“. İngiltere’de Pfizer’in geliştirdiği aşıyla ilk aşılama çalışmaları başladı, hatta ilk aşıyı 90 yaşındaki Margaret Keenan isimli bir vatandaşlarına uyguladılar. Ülkemiz ise Çin’den ilk etapta gelecek 50 milyon doz aşıyı bekliyor. Tüm dünya aşı için sıraya girmişken bizler neyi tartışıyoruz peki? “ Aşı olunmalı mı, olunmamalı mı?“ Yahu arkadaş salgın hastalık başladı başlayalı aşı çıksa da kurtulsak diyorduk, şimdi aşı bulundu asla aşı olmam diyen milyonlarca vatandaşımız var. Adama sormazlar mı “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?“ diye. Kimisi diyor ki aşılarda mikroçipler olacak, kimisi diyor genlerimizle oynayacaklar. Bu kadar komplo teorileriyle yaşamak ruhsal sağlığı bozmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Hadi diyelim Bill Gates sözüm ona bizlere aşı vasıtasıyla çip yerleştirdi, Allah aşkına tek derdi evine ekmek götürmek olan sabahtan akşama kadar zihnini ödeyeceği borçlarıyla meşgul eden işçinin zihnini okusa ne olur okumasa ne olur. Amacım kimseyi küçük görmek değil yanlış anlaşılmasın, ama saniyede 250 dolar kazanan birinin derdi, bilmem kaç milyon dolar yatırım yapıp Türkiye’de çalışan asgari ücretlinin zihnini okumak ya da onu takip edebilmek olamaz. Herkesin düşüncesine elbette saygımız var, ama biraz da mantık çerçevesinde olmalı.
Konunun farklı bir boyutu ise hiç şüphesiz Çin’den gelen coronavac aşısına güvenmiyor olmamızdan kaynaklanıyor. Sonuçta Çin işin içine girince düşüncelerimiz doğal olarak bambaşka bir yere yöneliyor. Maliyet açısından biraz araştırma şansım oldu, hem Pfizer’in hem de coronavac aşının maliyeti ortalama 2 doz için 60 dolar civarında. Yani Çin aşısının tercihi maliyetinin ucuz olması değil. Pfizer’in aşısı kısa vadede iyi sonuçlar vermiş, ama orta ve uzun vadede ne şekilde etkili olacağı bilinmiyor. Ülkemiz ise işi riske atmayarak uzun vadede etkili olabilecek coronavac aşısını tercih etti. Bunun elbette araştırmaları ve bilimsel etkinlikleri yapılmıştır, lütfen devletimize güvenelim ve her türlü komplo teorilerinden uzak duralım. Bilimle ve Sağlıkla kalın…
Saygılarımla…
HABER KAYNAĞI : HABER MERKEZİ