“NE İŞİMİZ VARDI KIRIMDA YEMENDE BALKANLARDA!?”
“NE İŞİMİZ VARDI KIRIM'DA YEMEN'DE BALKANLAR'DA!?”- Lütfi AYHAN- Yeni Meram Gazetesi
En başta yazmam gerekir başlık olarak seçtiğim cümle Tezkire Dergisinden alınmadır. Bu cümleye sizler Budapeşte’yi, Bağdad’ı Mekke’yi, Atina’yı da ekleyebilirsiniz. Derginin Aralık 2022 de çıkan 82. sayısı vefatının 40. Yılı münasebeti ile Merhum Erol Güngör’e ayrılmış. Merhumun değişik konulardaki görüşleri işin uzmanlarınca irdelenmiş:
a- Erol Güngör’ün Türk Modernleşmesine Bakışı
b- Erol Güngör’ün Entelektüel Kimliği
c- Erol Güngör’e Göre Eğitimde Öğretmenin Rolü…
Bendenizin dikkatini çeken madde bir tarih öğretmeni olarak “Erol Güngör’e Göre Eğitimde Öğretmenin Rolü” başlığı oldu. Bu başlık altında yazılan bilgilerden çok faydalandım. Güzel bir inceleme olmuş doğrusu. Umarım öğretmen kardeşlerimiz pek faideli bu bilgilerden yararlanırlar.
Yıllarca Tarih öğretmenliği yapmış, tarih dersinin dil ve din ile birlikte milletlerin kültürlerinin, kimliklerinin, benliklerinin oluşmasındaki büyük etkisini bizzat müşahede etmiş biri olarak bu başlık beni cezbetti. Bölümü dikkatli okudum. Hocanın aşağıdaki satırlarda belirttiği görüşlerine hayran oldum. Bendeniz de nacizane bu ve buna benzer görüşleri derslerimde sık sık dile getirirdim. Bu görüşlerin bir mütefekkir tarafından dile getirilmesini pek kıymettar buldum. İşte sözünü ettiğim o satırlar:
“EĞİTİMDE ÖĞRETMENİN ROLÜ”
Erol Güngör’e göre Anadolu Umranına sahip okuma yazmayı bilmeyen (kimilerine göre cahil!) bir Anadolu Umranına sahip bir vatandaşımız, kendini "aydın" sayan birçok kişiden daha büyük bir Tarih Şuuruna sahiptir. Hoca’ya göre “2. Meşrutiyet ve Cumhuriyet ile yapılan yeniliklerin temel amacı milliyetçiliktir. Milliyetçilik ile halk arasında milliyet esaslarına dayanan birlik ve dayanışma şuuru oluşturmak amaçlanmıştır. Bu amacı gerçekleştirmek için milli şuurun öğretilmesi gerekmektedir. Bu misyonu gerçekleştirecek olan öğretmenlerdir (Güngör, 2007a: 58).” (tezkire sayı 82 sahife 94)
Erol Güngör milli şuur konusunda öğretmenlere çok iş düştüğünü ve bu konuda çok dikkatli olmaları gerektiğini belirtmektedir: “Yaşımız ve bilgimiz ilerledikçe önce coğrafyayı tanıdık. Cihan Harbi’ndeki bozgunda topraklarımızın elden gittiğini, bize sadece Anadolu yarımadasının kaldığını anladık. Ama öğretmenlerimiz bize hep ‘yabancı milletlerin bizden ayrıldığını, bizim de kendi topraklarımıza çekildiğimizi’ söylüyorlardı. Biz bu tarih görüşü ile radyolarda her gün okunan Rumeli, Kırım, Yemen türküleri arasındaki tezadı da fark edecek halde değildik. Ailemizde ve yakınlarımız arasında Hicaz’da, Gazne’de, Balkanlar’da, hatta Azerbaycan’da savaşmış ihtiyarlar vardı; bunlar kaybettiğimiz topraklar için ağlar dururlardı. Öğretmenimize göre bunlar Arabın, Acemin ülkesini korumak için boş yere kan dökmüşlerdi. Ama Kâbe’nin müdafaasında bulunan dedem Arap diye bir millet veya devlet tanımıyordu, o İngilizlere karşı devletimizin topraklarını korumak üzere savaştığına inanıyordu. Bilgisine saygı duyduğum öğretmenimizin ilkokul görmemiş dedemden cahil olduğunu anlamam için aradan uzun yıllar geçti. Bir gün İstanbul ve Edirne de elimizden çıksa, öğretmenimiz herhalde oraların zaten Bizans toprağı olduğunu, bizim yine vatanımıza çekildiğimizi söyleyecekti. Bize vatanın iyi bir tarifini yapan olmadı, ama öyle anlaşılıyordu ki, vatan düşmanlarımızın bizden henüz almadık/an yerdi. Vilson’un teklif ettiği plan gerçekleşseydi Türk vatanı Konya vilayeti olacaktı. Acaba o zaman birisi çıkıp da bizim buraya Orta Asya’dan geldiğimizi, başkalarının yurdunda haksız yere bulunduğumuzu söylese ne yapacaktık? Rumeli gibi, Suriye ve Irak gibi, Arabistan gibi, Mısır ve Kuzey Afrika gibi, Akdeniz adaları gibi, Balkanlar gibi, Budin ve Belgrad gibi Anadolu yarımadasını da sonradan almış değil miydik?”
-
yakup kaçar2023-08-30 13:49:33Ailemizde ve yakınlarımız arasında Hicaz’da, Gazne’de, Balkanlar’da, hatta Azerbaycan’da savaşmış ihtiyarlar vardı; bunlar kaybettiğimiz topraklar için ağlar dururlardı. Öğretmenimize göre bunlar Arabın, Acemin ülkesini korumak için boş yere kan dökmüşlerdi. Ama Kâbe’nin müdafaasında bulunan dedem Arap diye bir millet veya devlet tanımıyordu, o İngilizlere karşı devletimizin topraklarını korumak üzere savaştığına inanıyordu.