Değişime açık olmak bir seçim değil gereklilik…-Nevzat TARHAN- Yeni Meram Gazetesi
Evrende bir değişim hakikati vardır. Ve bu hakikate uygun davranmak gerekir… Yaratılış; entropi kanunundan dolayı her şeyin değişmek zorunda olduğunu söyler. Değişime açık olmak gibi bir seçimimiz olmak zorunda anlayacağımız. 21. yüzyılın en temel becerilerinden olan yenilikçilik ve girişimciliğe eğer kapalıysa kişi, orta çağda yaşıyor demektir. Değişime direnen statükocu insanların hayatını gerçekler değil, korkular yönetir…
Hayatta değişmeyen şey, değişimin kendisidir onun dışındaki her şey değişir. Değişmek zorunda çünkü yaratılış kanunu öyledir. Bu kanunun adı da entropidir.
Bu kanuna göre her şey düzenden düzensize gidiyor. Eğer odanızı aydınlatmazsanız karanlık olur. Isıtmazsanız soğuk olur. Aynı şekilde kâinatta da ısı enerjisi, ısı ölümüne doğru gidiyor. Yani evrenin sonu ısı ölümüdür. Bu yıldızların belirli bir yöne doğru gidişinden anlaşılmış.
Evrenin bir ömrü olduğu ve gittikçe genişlediğini biliyoruz. Bir noktada ısı ölümü olacak. Materyalizmin ilk çıkışında evren sonsuz kabul ediliyordu. Madde esas kabul ediliyordu. Sonra madde esas değil aslında enerji tabanlı evren deniliyordu, şimdi bir adım daha ilerisi göründü ve evren dijital tabanlı denildi. Dijital tabanlı ne demek? İlk başta büyük ve evrensel veri tabanı var. Big dataya (Büyük veri) hâkim olabilen tüm dünyayı yönetebilir oldu. Koronadan sonra zorunlu dijitalleşme oldu. Devamlı bilgisayarını temizlemezsen hemen bozuluyor, yavaşlamaya başlıyor ve sorunlar çıkmaya başlıyor. Hayatta işte böyle, her şeyde bu şekilde bir değişim var.
Sosyolojik değişimlerle medeniyetler çöktü
Küresel olarak tarihte sosyolojik değişimlerle birlikte insanlar konfora yöneldikleri zaman medeniyet çöküşleri yaşanmıştır. Bunu İbn-i Haldun çok güzel tespit etmiş. Roma’da sosyolojik değişimle birlikte konfor devam ederken bir gevşeme olmuş, tembellik olmuş ve çöküş başlamış. Sosyolojik olaylarda ve bireysel hayatımızda da bu böyledir.
Değişime açık olmak gerekiyor…
İnsan vazifesini yapmazsa evrenin iyiye gidişine zarar vermiş oluruz… Bunun için evrende bir değişim hakikati var. Bu hakikate uygun davranmamız gerekiyor. Kötülüğe karşı bir şey yapılmazsa biranda kötülere meydan açılmış oluyor. Bu bir jandarmanın sorumlu olduğu nöbeti tutmaması gibidir. İnsanın da insanca yaşamak gibi bir sorumluluğu var. Bunu yapmadığımız an değişim hakikatine uymadığımız için bedel öderiz. Böyle bir psikoloji yasası var. Değişime açık olmak gibi bir seçimimiz olmak zorunda. Hayatta belirli bir hedef doğrultusunda ilerlemek gerekiyor. Örneğin karınca, örümcek gibi hayvanlar bin sene önce de yuvalarını aynı şekilde yapıyorlardı, şu anda da aynı yapıyorlar. İnsan aynı değil çünkü insanda değişim hakikati var. Ancak değişime direnen statükocu insanlar var. Statükocu insanların hayatını gerçekler değil, korkular yönetiyordur. Büyüklüklerini yeterli görüyorlar, yenilik yaptıklarında kaybedeceklerini düşünerek tutucu oluyorlar. Bilimsel gelişmelerdeki ve hayattaki tutuculuk bundan kaynaklanıyor.
Çocuklarımızı överken dikkat edelim!
Bir çocuk hak etmediği ölçüde övülürse değişime kapalı olarak yetişecektir. Çünkü çocuk çok iyi olduğunu, kendini zorlamak ve çalışmak mecburiyeti olmadığını düşünüyor. Hâlbuki çocuğu seveceksek kişiliğini değil, davranış ve çabalarını seveceğiz. Onları ödüllendirelim. Seni seviyorum ama şu davranışın yanlış, şu davranışın doğru demek gerekiyor. Yani kabullenip, yönlendirme metodu uygulamak gerekiyor. Bunu yaparsak çocuğun değişimle ilgili korkuları gelişmez veya ‘Ben biliyorum’ deyip sahte bir özgüven gelişmez. Sahte özgüvene öz beğeni deniliyor yani kişi kendini yeterli görüyor. Eleştirileri tehdit gibi görmeye başlıyor.
Egosu yüksek kişiler değişime kapalı olurlar
Egosu yüksek kişiler de eleştirileri tehdit olarak gördükleri ve değişime kapalı olduklarını söyleyebiliriz. Bu değişim bireysel ego olduğu gibi sosyal ego da olabiliyor. Etnik narsisizm var mesela. Bir ırk kendini üstün ırk olarak görürse bu etnik narsisizmdir. Diğer ırkları ötekileştiriyorsa etnik narsisizm var ve bu da değişime kapatır. Tarihte yok olan toplumlar hep böyle bir duruma kapılmış. Osmanlı da Yavuz Sultan Selim’den sonra kendini yeniliğe kapattığı için çöktü.
Korkular insanı değişime kapatıyor
Hud suresinin on birinci ayetini bilirsiniz… Siz kendinizi değiştirmezseniz Allah size yardım etmez diyor. Dindar olmak demek muhafazakâr olmak demek değil. Yani ölüm ve ahiret konusunda muhafazakâr olursun, semavi öğretileri alırsın ama onları her zamanın uygun kıyafetine göre giyersin. Korkular nedeniyle insan kendini değişime kapatabiliyor. Kapatan insanlara karşı çıkmak yerine onun nedenini arayıp düzeltmek gerekiyor. Şu anda yenilikçilik ve girişimcilik 21. yüzyılın becerisidir. Eğer kişi yenilikçilik ve girişimciliğe kapalıysa orta çağda yaşıyor demektir.
Sorgulama yapamayan insan geri kalmıştır
Sorgulama yapamayan insan da geri kalmış demektir. İnsan bir olayda neden, ne için diye sorup kök nedenlerini araştıracak ve sorgulamalar yapacak. Başarılı insanlar kök neden analizi yapan insanlardır. Bir olayla karşılaştığı zaman hemen yüzeysel bir fikre inanmazlar. Görünen sebeplerin ne olduğuna bakar ve öyle inanır. Bu tip insanlar gerçekten hakikati arama arzusuna sahipler. Hakikat neredeyse alır. Öğrenme aşkı olan bir kimse arı gibidir. Bu tip insanlar yeniliğe ve girişimciliğe açık olmayı öğrenir.
Önyargıların arkasında korkular var
Burada Einstein’ın “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur” sözünü anımsatmak isterim. Önyargılarımız bizi engelliyor. Önyargıların arkasında da korkular vardır. Önyargılarını analiz eden bir kimsenin her yerde doğru karar verme kapasitesi vardır. Bir de yeniliğe açık olmak gerekiyor. Bu zamanda takım çalışması genellikle önemli. Tek kişinin dediğiyle hareket edilen sistemler yeniliğe kapalı oluyorlar, zihinsel bir körlükleri oluyor ve hata yapıyorlar.
Özetle vurgulamak istediğim ‘Değişime açık olmak bir seçim değil bir gerekliliktir…”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü/Psikiyatrist