DÜNYA’NIN EN GÜZEL MESLEĞİ: ÖGRETMENLİK
DÜNYA’NIN EN GÜZEL MESLEĞİ: ÖGRETMENLİK-Mustafa KAPLAN-Yeni Meram Gazetesi
Öğretmenlik hem çok kolay hem de çok zor bir meslektir. Ancak Dünya’nın en güzel mesleğidir. Peygamberler mesleği… Yakında bir okul müdürü-öğretmen, öğrencisi tarafından öldürüldü. Daha önceleri de öğrenci öğretmen ilişkisinde bu çeşit şiddet ve bıçaklama-öldürme olaylarının olduğu da biliniyor. Ne yazık ki giderek de bu olaylar çoğalıyor. Hatırlıyorum 1974 yılında bir öğretmen öğrencisi tarafından bıçaklanmıştı. Öğretmene görevi ile ilgili uygulanan şiddeti tüm kalbimle kınıyorum. Ben de öğretmenim, 1978’de bugünkü ismi ile Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Matematik bölümünden mezun olup öğretmenliğe başladım. MEB’de memur olduğum için atamam naklen yapıldı. 1979 yılı Mayıs ayında göreve başlamam gerekirdi. Görev yerim Çankırı ili Orta ilçesi Elmalık Ortaokulu matematik öğretmenliğiydi. Mayıs ayı, ayın dokuzu Ankara Etlik garajından Orta’ya dolmuşlar gidiyor. Garaja vardım. Herkes dolmuşun gelmesini bekliyor. Ben de beklemeye başladım. Bir müddet sonra yanıma yaşlı birisi oturdu. Sohbete başladık. Durumumu sordu, anlattım. ‘Eyvah, oğlum sen Konyalıymışsın orası tam komünist bir köy seni yaşatmazlar. O köyde iki tane öğretmen öldürdüler. Konyalıyım desen seni vardığın saat öldürürler’ demez mi. Zaten ilk defa gurbete çıkmış, ürkek mi ürkek bir halim vardı, başka köyden olduğu için arabası geldi ve o gitti.
Aklım karmakarışık oldu gitsem mi, gitmesem mi? Düşünüp taşındım gitmeye karar verdim. Terör diz boyu silah bıçak almak çok kolaydı. Garajın içinde satılıyordu. Yiyecek içecek bir de bıçak aldım. Araba gecikti. Saat 18.00’de hareket ettik. Hava karardı. Şoföre durumu anlatıp Elmalık’a gideceğimi ilçeden köye vasıta yokmuş, dedim. Tamam seni köye bırakırız hoca, dedi. Saat 20.00 araba bir yola döndü ama arabanın içinde niye dönüyoruz diye homurtular başladı. Şoför durumu anlatıp anlayış istedi ise de homurtu durmadı. Hoca kusura bakma bu yol senin köye gider, dosdoğru git deyip, inmemi istedi. Ortalık bahar ama soğuk, dağ başı, yabancıyım dedimse de fayda etmedi, indim. Kabanımın yakalarını kafama çektim. Bir elimde erzak poşeti öbür elimde bıçak içimde müthiş bir korku bir ses duysam o tarafa bıçağı sallayacağım. Meçhule doğru yürüyorum. Yol kıvrılıp bükülüyor, inip çıkıyor bitmek bilmiyor.
Nihayet bir tepeye ulaştım. Baktım ki karşımda köy, ışıkları pırıl pırıl yanan camilerin minarelerini gördüm. Köyde camiiler var, o halde Müslümanlar var diyorum. İçime bir serinlik, bir güvenç geldi. İçimde büyük bir sevinç oluştu. Biraz daha yürüdüm, bir pınar gördüm. Karnım aç nereye gideceğim, orada karnımı doyurup doyuramayacağımı bilmiyorum. Pınarın başına oturup aldığım ekmek ve peynirin bir kısmını yedim. Suyumu içip yoluma koyuldum. Camii varsa burada Müslüman var, bana sahip çıkarlar diye içime bir rahatlık geldi. Köye vardım. Meydanda camii ve karşısında bakkal dükkanı var. Bakkala girdim. Halimi anlattım. Bakkal Yunus Ağa beni oturttu, aç olup olmadığımı sordu. Tokum deyince çay verdi. Öğretmen arkadaşlara haber gönderdi. Onlar da gelip beni eve götürdüler. Ev dedimse yarısı güverçile dükkandan bozma bir oda… Üç kişiler köşelere birer somya atmışlar. Aş yok, ekmek yok, ilçeye her gün ulaşım yok. Haftada bir sefer araba gidip geliyor. O gün hepimiz ilçeye gidip yiyecek içecek alıp bir hafta kullanıyoruz. Her gün bisküvi, çay, peynir, zeytin, bayat ekmek yiyoruz. Yemek mi? Menemen ve makarna… Yani tam bir perişanlık… Sanırım şimdiler de şartlar böyle değildir. Yine de o şartlarda idealist öğretmenlerdik. Mutluyduk da…
-
Henüz yorum yapılmamış.İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.