Evlilikte Gerçekçi Olmak…-Nevzat TARHAN- Yeni Meram Gazetesi
Aşk ve heyecan içinde evlenenler sanır ki evlilik cennet gibi bir şeydir. Erkek ve kız, baba evlerinden çıkıp kendi evlerini kurduklarında, o güne kadar şikâyetçi oldukları her durumun geride kalacağını sanırlar. Gerçekçi olmayıp idealist olduklarından hayal kırıklığına uğrarlar.
Hayır, hiçbir evlilik güllük gülistanlık değildir. Keşke öyle olsaydı ama böyle değil! Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Kim ki kusurlardan uzak bir evlilik düşünüyor; hayal kuruyor, gerçeklerden kopuk yaşıyor demektir.
İdealist olmak güzeldir ama gerçekçi olmak daha iyidir…
Mesele şudur: İki farklı insan, iki farklı hikâye evlilik başlığı altında bir araya geliyor. İki insan bir araya geliyor ama bu ikilinin hayatlarında olan aktörler de buna katılıyor. Kızın ve erkeğin anne ve babaları, ikisinin yakınları, kültürleri evliliklerinin içine sızıyor.
İki kişinin yalnız başına kaldıkları bir şey değildir evlilik, çok şeyin dâhil olduğu bir buluşmadır. Hem erkek hem kız yeni bir baba ve anne edinmiş olur. Önceki hayatlarında öğrendiklerine ve yaşadıklarına pek de uymayan yeni bir durumla karşı karşıyadırlar.
Evlenenler evliliklerinde yeni bir şeye başladıklarını bilmelidir. Eski hayatlarını, alışkanlıklarını devam ettiremezler. Kendilerini yeni duruma göre yeniden kurmalıdırlar. Kız veya erkek, evlilikte kendi şartlarını dayatırsa bencilce davranmış olur. Ne erkek ne de kadın kendini dayatamaz; eşinden büsbütün kendinden vazgeçmesini bekleyemez.
Böyledir ama genellikle aksi davranılır. Eşler önceki yaşamlarının devamını istedikleri ve konforlarından vazgeçmediklerinden katı davranırlar. İnatçı olurlar. “Benim dediğim olmalı” der, empati yapma gereğini hissetmezler. Ki bu hal evlilik için büyük bir tehlikedir.
Evliliğin büyük düşmanı inatçılık ve egoizmdir…
Rahmetli bir hocamız şöyle derdi: “Evleneceğiniz kişide üç özellik arayın: Allah’tan korksun ki gizli kötülükler yapmasın. Kuldan utansın ki açıktan kötülükler yapmasın. Bir de inatçı olmasın. Allah’tan korksun, kuldan utansın ve inatçı olmasın.”
Kadın mademki evlenmiş, bir erkeği tercih etmiş, onun hikâyesini de kabullenmiş demektir.
Bu hikâyenin içinde bir anne ve baba vardır. Erkek için de aynı şey geçerli. Kaçınılmaz olarak açılan bu yeni eve anne ve babalar da gelecektir. Bu anne ve babalar ise başka coğrafyaların, başka kültürlerin, başka türlü gerçekliklerin sahibidirler. Yaşlı insanlardır, ağızlarında takma dişler vardır. Tertemiz lavabolarda takma dişlerin yıkanması gibi bir durum yaşanabilir. Evin gelini böyle bir manzaradan rahatsız oluyor diye eşine, “Hayatım, bunu istemiyorum” diyemez, dememelidir. Kadın veya erkek evlenmişlerse sevmiş öyle evlenmişlerdir.
İnsanın sevdiği insanı bütünlüğü içinde sevmesi gerekmiyor mu? Kadın sevdiği erkeğin anne ve babasını da sevmek durumundadır, erkek de severek evlendiği kadının anne ve babasını…
“Seni seviyorum ama anne ve babanı değil” demek ne kadar doğru?
Böyle davranan erkek veya kadınlar karşısında ne yapılmalı?
Yeni damat ve yeni gelin böyle bir problemi nasıl çözecek?
Kim hatalıysa ona sınırları hatırlatılmalı.
Üzülmesin diye her şeye evet dememeli…
Kendisine, “artık kendi başına yaşayan biri değilsin, benim eşimsin. Kendine göre değil, eşim olarak düşünmek zorundasın” denilmeli. Üzülmesin diye her dediğine “evet” demek meseleyi daha da büyütür. Eşi anne ve babasından rahatsız olduğu için o üzülmesin diye anne ve babasına “artık bize gelmeyin” denirse büyük hata yapılır. Zira anne ve babasına artık bize gelmeyin diyen şahsın oğlu ve kızı da kendisine aynı şeyi diyecektir. Bu böyle zincirleme devam edecektir.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü-Psikiyatrist