Kur’an, müminlerin kitaplara iman ettiğini özellikle vurgulamış, kitaplarla birlikte diğer iman esaslarına inanmanın da gerekli olduğunu bildirmiştir.
“Deyin ki biz, Allah"a, bize indirilene (Kur"an"a), İbrâhim"e, İsmâil"e, İshak"a, Yakub"a ve torunlarına indirilene, Musave İsa"ya verilene ve diğer bütün peygamberlere Rableri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.” (Bakara 136)
“Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa 136)
Nitekim bu husus şu şekilde beyan edilmiştir: “Müminler sana indirilene ve senden önce indirilene (kitaplara) inanırlar, âhirete de kesinlikle iman ederler.” (Bakara 4)
İlâhi kitapların taşıdıkları mesaj açısından aralarında bir fark yoktur. Hepsi haktır ve gerçeği bildirir. Hepsi melekler aracılığı ile indirilmiştir. Hepsi Allah’ın birliğini, yalnız O’na kulluk edilmesi gerektiğini ifade eder.
Bu husus Kur’an’da şu şekilde açıklanır: “Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona, "Benden başka ilâh yoktur, bana kulluk edin." diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiya 25)
İlâhî kitapların dilinin hepsinin Arapça olduğu düşünülemez. İndirildikleri topluma göre farklı dilleri olabilir. “Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah'ın emirlerini) iyice açıklasın.” (İbrahim 4)
İlahi kitaplardan günümüzde geldiği gibi korunan yalnız Kur’an-ı Kerim kalmıştır. Kur’an ve hadislerde bahsi geçen sahifeler günümüze ulaşmamış; Tevrat, Zebur ve İncil ise orijinal hâllerini koruyamamış ilk hali sonraki nesillere intikal ettirilememiştir.
Kitâb-ı Mukaddes adı altında birleştirilen bu kitaplardan Tevrat, Ahd-i Atîk; İncil, Ahd-i Cedîd olarak anılmakta, Zebur ise Mezmurlar adıyla Ahd-i Atîk içinde yer almaktadır.
Kur’an bu durumu şu şekilde açıklamaktadır: “Vay o kimselere ki elleriyle kitabı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, "Bu, Allah"ın katındandır." derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!” (Bakara 79)
Abdullah b. Abbâs şöyle demiştir: “Ey Müslümanlar! Allah’ın, Peygamberinize (sav) indirdiği en yeni kitap (Kur’an), Allah’tan gelen son haberleri ihtiva ettiği ve hiçbir şaibe taşımadığı hâlde Ehl-i kitaba nasıl danışırsınız? Hâlbuki Allah, Ehl-i kitabın kendilerine gönderilen ilâhî kitapları değiştirip bozduklarını, sonra da az bir menfaat elde etmek için kendi elleriyle yazdıklarına "Bu, Allah katındandır." dediklerini size haber vermiştir. Size gelen bilgi onlara danışmaktan sizi alıkoymuyor mu? Vallahi, biz onlardan hiç kimsenin size, size indirilen (Kur’an) hakkında soru sorduğunu görmedik.” (Buhari)
Yahudilerin kendilerine indirilen Tevrat’ı tahrif edişleri ve Allah’ın kelâmı olduğunu bildikleri hâlde onu gizleyip inkâr ederek istedikleri gibi yorumladıkları, kelimelerin yerlerini değiştirdikleri Kur’an’da şöyle haber verilir: “Şimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlardan bir zümre, Allah’ın kelâmını işitirler; sonra o kelâmı iyice anlamış olmalarına rağmen yine de bile bile onu tahrif ederlerdi.” (Bakara 75)
“Onlar Allah’ı gereği gibi takdir edip tanımadılar. Nitekim "Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi" dediler. De ki: "Öyleyse Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği kitabı kim indirdi?" Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de, atalarınızın da bilemediğiniz şeyler (Kur’an’da) size öğretilmiştir. (Resulüm!) Sen "Allah" de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oyalanadursunlar!” (En’am 91)
“Ey Peygamber! Kalpten inanmadıkları halde ağızlarıyla "İnandık" diyenler (münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar, (Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler, sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler. Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler: "Eğer size şu hüküm verilirse onu tutun. O verilmezse sakının."” (Maide 41)
Tevrat ve İncil metinlerinin hem kendi içlerinde hem de Kur’an’la karşılaştırıldığında ortaya çıkan çelişkiler, söz konusu tahriften kaynaklanmaktadır. Kitabın tahrif edilmesi aslında peygamberin mesajının bozulmasıdır. Peygamberin mirası olan kitaba ihanet, peygambere ve dolayısıyla Allah’a ihanettir. Hz. Peygamber, Yahudi ve Hıristiyanların Tevrat ve İncil’i okumalarına rağmen hükümleriyle amel etmedikleri için dinî bilginin aslını kaybettiklerini ifade etmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hz. Peygamber’in mesajlarında özellikle vurgulanan, “Bütün ilâhî kitaplara iman etme” emri, hiç şüphesiz o kitapların tahrif edilmemiş yani Allah’tan geldiği şekliyle muhafaza edilmiş hâlleri için söz konusudur. Müminler bu kitapların asıllarının Allah kelâmı olduğunu kabul etmekle yükümlü olduğu kadar, Kur’an dışındaki mevcut ilâhî kitapların tahrif edilmiş olduğuna da inanmakla sorumludur. Bu nedenle Tevrat ya da İncil’den gelen bir bilgiyle karşılaşan mümin, bu bilginin doğru veya yanlış olduğunu söylemeden önce Kur’an’a başvurmak zorundadır. Kur’an’ın verdiği bilgilerle tenakuz hâlinde olmaması, Kur’an’ın genel ilke ve prensipleriyle çelişmemesi böyle bir bilginin doğru olabileceğine işarettir. Kur’an’ın değer yargılarıyla ve evrensel mesajıyla çelişen bilginin, Allah’tan gelen bir bilgi olarak değerlendirilmesi söz konusu olamaz.
Devam edecek…
HABER KAYNAĞI : HABER MERKEZİ