Komşu; aynı mahalle ve sokakta birbirine bitişik ya da yakın konutlarda oturan kimselerin birbirleri için kullandıkları isimdir. Bunun yanında aralarında meslek, iş yeri, arazi vb. durumlardan dolayı yakınlık bulunanlar da komşu sayılmaktadır. Komşu; mekânsal anlamda yakınlığı belirten, duygusal anlamda bağ kurulan ve insana ailesinden sonra en yakın hissettiği kişi olmuştur.
Sosyal hayatta aileden sonraki halkayı oluşturan komşu; her din ve kültürde de yer almakta ve komşuluk ilişkilerine dair kurallar barındırmaktadır. İslam dininde de komşuluk üzerine ayetler ve hadisler bulunmaktadır. İslâm'da komşu hakları genel olarak kul hakları ve insan hakları çerçevesinde ele alınmakta olup bu emir ve yasaklar komşuluk ilişkilerine yön vermektedir.
Kuran’da ana babaya iyi davranmaktan sonra komşuya iyilik yer almaktadır. Hadislerde de komşuluğun önemini ve komşu haklarını anlatan; "Cebrâil, komşu hakkı üzerinde o kadar önemle durdu ki neredeyse komşuyu komşuya mirasçı yapacak sandım" mealindeki hadistir.
Mahallede sosyal dayanışmanın yaşanması, huzur ve güvenin sağlanması, güçlü komşuluk ilişkileriyle olmaktadır. Komşular; cami cemaati, mahalle esnafı ve çocuklar ortak bir kültür ve dil birliği oluştururlar. Dolayısıyla her mahallenin kendine özgü gelenek ve göreneği oluşur. Mahallede herkes birbirini tanır, koşulsuz ve şartsız birbirlerine güvenirler. Düğün, cenaze ve kışlık hazırlıklar gibi yardımlaşmayı ve dayanışmayı gerektiren yoğun durumlarda mahalledeki komşular tabiri caizse “imdada yetişir”. Hane içinde yaşanan sevinci paylaşan, keder ve sıkıntıyı göğüsleyen, iyi ve kötü anlarımızda hep yanımızda olan en önemli aktör komşudur.
Komşu; bir fincan kahvedir, bir avuç tuzdur, şekerdir, dosttur, sırdaştır. Yoklukta var olandır. Komşu; külüne muhtaç olduğundur, hasta olduğunda ilaçtır, doktordur. Yeri geldiğinde akrabandan daha yakındır.
Geleneksel komşuluk ilişkilerinden söz ettiğimizde, naftalin kokusunu ve eskimişliği anımsatsa da bu ilişki bizim kültürümüzün bir parçasıdır.
Türk kültürü içerisinde komşuyla ilgili deyimler ve atasözleri kullanılmıştır. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır”, “ev alma komşu al” gibi komşuya verilen değer, bu cümlelerle anlatılmıştır. Bunun yanında yazılı olmayan ve komşuluk ilişkisindeki önemi destekleyen durumlar da söz konusudur. Gelen tabağı boş çevirmemek, pişen yemeği ilk önce komşuya göndermek bir Türk kültürüdür. Başka milletlerde bu durumun pek benzeri yoktur.
Günümüzde ise; değişen yaşam şartları, hızlı kentleşme, yozlaşma ve göç ile birlikte komşuluk kavramı da her geçen gün değerini yitirmeye başlamıştır.
Küreselleşmeyle birlikte oluşan yeni fiziksel alanlar, değişen iş hayatı, kimlik ve mekân farklılığını beraberinde getirmiş; dolayısıyla komşuluk da bu değişime direnememiştir. Kentte oluşan bu değişimler, insanları mekânsal olarak yalıtmış sonuçta ise, yabancılaşmaya ve yozlaşmaya sebep olmuştur.
Kent, duvarlarla çevrili olmasa da sosyo-ekonomik durum, grupların ikamet alanlarını diğerlerinden ayırmaktadır. Dolayısıyla yoğun göç alan şehirler, yeni gelenlere karşı güvensizlik duygusunu beraberinde getirmiş bu da güvensizlik ve bencillik meydan gelmiştir.
Mekânlar yakınlaşırken ilişkiler ve duygular uzaklaşmıştır. Duygusal yakınlık yerini uzaklığa, birlikte yaşam yalnızlığa, güven ise güvensizliğe bırakmıştır. Halbuki komşuluk yalnızca sosyal bir bağ değil, aynı zamanda güvende olma hissiydi.
Mahallede güvenliği, güvenlik görevlileri değil konu komşu sağlardı. Bugün kapalı sitelerde neden güvenliğe ihtiyaç duyuyoruz. Oysa eskiden sokakta, mahallede güvensizlik nedir bilmezdik.
Kapalı sitelerde, apartmanlarda ve kalabalık binalarda daha az insan tanır hale geldik. Kapı karşı komşunun adını bilmez ve asansörde bile karşılaştığımız komşumuzdan bir selamı esirger olduk. İnsan insandan kaçar oldu.
Artık “komşu” varsa da “komşuluk” yok. Bugün tatile çıktığınızda komşunuza anahtar bırakır mısınız? Geçtim anahtar bırakmayı, komşusunun adını bilen, selam veren kaç kişi kaldı..?
“Ne zamanki insanoğlu ev üstüne kat kat evler yaptı işte o vakit bozuldu dengeler. Evler yükseldikçe kibir de yükseldi. Kapılar yakınlaştıkça insanlar uzaklaştı. Uzansan ziline dokunacağın komşular uzaktaki bir dostun kadar dokunamıyor artık yüreğine.
Selamsız sabahsız geçip gidiyor yorgun bedenler yanımızdan. Oysa eskiden evler alçak insanlar alçak gönüllü idi. Kapılar değil gönüller yakındı ve dokunuyordu insanlar birbirlerinin yüreklerine. "Kapının ardı gurbet" derdi büyüklerimiz. Şimdiler de herkes gurbette”… İ. Durak Taş
Nasıl bu hale geldik. Ne oldu bize?
Selamlarımla…
HABER KAYNAĞI : HABER MERKEZİ