O YILANI BEN ÖLDÜRDÜM
O YILANI BEN ÖLDÜRDÜM- Mustafa KAPLAN- Yeni Meram Gazetesi
O YILANI BEN ÖLDÜRDÜM
Türk ailesinin evine televizyon 1970’li yıllarda girdi. Mesela bizim eve 1974 yılında… Ben yirmi yaşında idim. Önceleri komşular, akrabalar akşamları birinin evinde toplanıp sohbet ederlerdi. Sohbetin konusu da genelde hatıralar olurdu. Mutlaka iyi konuşanlar olurdu diğerleri de dinlerlerdi. Biz gençlerde onlara hizmet eder, odanın gerisinde iki dizimizin üstünde dururduk. İyi konuşanlardan biri de hem köylümüz hem de komşumuz Abdullah amca idi. Adam sanki bir tiyatro sanatçısı gibi idi. Her şiveyi konuşur, her sesi de taklit ederdi. Onun olduğu akşam diğerlerine sıra bile gelmezdi gelen de sırasını ona verirdi. Gecenin saat 12’ye nasıl geldiğini bilemezdik. Hatıralarda daha çok askerlik ve çocukluk hatıraları olurdu. Ne güzeldi o akşamlar. Aynı zamanda bu şekilde sözel olarak kültürümüz aktarılıyordu.
Eğitim Fakültesi (bizim zamanımızda adı eğitim enstitüsü idi) birinci sınıfta idim. Bir akşam Abdullah amca bana: Hadi hoca bir çocukluk hatıranı da sen anlat, dedi. Efendim ben on yaşıma kadar köyümüzde yaşadım. Yazları evlerde işe gidemeyecek haldeki yaşlılar ve çocuklar olurdu. Bizim evde de nenem ve ben olurdum. Mahallede çocuk sesleri yankılanırdı. Arka sokakta arkadaşım Ahmet ile çok iyi anlaşırdık. Zaten okul arkadaşı idik. Bir gün Ahmet bana: “Mustafa Leskev’de Çimenli bağlardaki büyük armudun tepesinde keklik cicikleri (tüylenmemiş yavru) gördüm. Yalnız olduğum için alamadım, yarın gidip beraber alalım” dedi. Anlaştık. Yarın erkenden yola koyulduk. Boynumuzda torbalarımız heyecanlıyız. Çimenli bağlar köye 2 km gelir. Yürüdük, o armudun altına vardık. Önce o denedi ağaca tırmanamadı veya tırmanamaz göründü. Sıra bende idi. Uğraşa uğraşa yuvanın olduğu dala ulaştım. Yuvada 5 tane cicik vardı. Cicikleri torbaya koydum yine zar zor aşağıya indim. Ciciklerin ikisini Ahmet’e verdim. Yola çıktık. O da ne? İki keklik bağrışarak peşimize takıldı. Anladık ki bu keklikler ciciklerin anası ve babası… Havadan sağarak üstümüze gelip kendilerini bizlere vuruyorlardı. Aldırış etmedik. Ancak kötü bir iş yaptığımın farkında idim. İçim kararmıştı. Yolda yassı bir taşın üstünde yılan gördük. Vücudunun bir kısmını teker yapmış, bir kısmı taştan dışarı taşmış. Başını da taşın üzerine koymuş. Yatıyor, uyuyor, güneşleniyor.
Ahmet yılanı görünce kekeleyerek: “Emmim bu yılanı anlatıyordu. Onu kovalamış. Emmim zor kaçmış. Yılan uyanmadan bizde kaçalım” dedi. Baktım yılan uyuyor. Baş tarafı da biraz aşağıda… Hayır, dedim. Bu yılanı öldüreceğim. Ahmet heyecanlandı. Oradan uzaklaşmaya çalıştı. Şöyle bir kaçış mesafesi gitti, durdu. Elime büyükçe bir taş aldım. Taşın yukarısına çıktım, elimdeki taşı yılanın tam başına attım. Atmaz olaydım. Bir baktım yılan cııv diye ses çıkararak havaya bir yükseldi ki benim için bir delik bin para oldu gireyim. Nenem nenem diyerek bir kaçış kaçtım. Ayakkabılarım ayağımdan çıkmış, içinde cicik olan torbam nasıl oldu ise boynumdan düşmüş, ben bağırıyorum önümde Ahmet’te bağırıyor: ‘Mustafa’yı yılan soktu. Mustafa’yı ilan soktu.’ O halde köyün ucuna gelmişiz. Sesimizi duyan yaşlı kadınlar bizi durdurup su verdiler. Durumu öğrenip neneme haber verdiler. Nenem geldi. Bizi aldı geriye olayın olduğu yere gittik. Yolda ayakkabılarımızı bulduk. Cicik torbasını bulduk. Benim torbada iki cicik yoktu. Bir tane kalmış. Ahmet’in torbasındaki cicikler duruyordu. Nenem cicikleri yuvaya koyalım, dedi. Ben itiraz edince de bana kızdı. Yuva bozanın yuvası olmaz, dedi. Biz yoldan biraz gitmiştik ki yılan orada başı ezilmiş halde uzanmış yatıyor. Ölmüş. Oda ne? Keklikler yine geldiler başımızda dönmeye başladılar. Nenem yavruları torbalardan çıkardı, yola bıraktı. Bir taşın arkasından izledik. Keklikler yavruları birer birer ayaklarına alarak uçup yuvasına doğru gittiler. Nenem o iki yavruyu da bu şekilde yuvaya götürmüşlerdir. Hadi gidelim, dedi. Eve geldik. Yani insanları kovalayan o yılanı ben öldürdüm.
-
Henüz yorum yapılmamış.İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.