Sevgi kelime itibariyle insanlık tarihinden bu yana var olmuş hissi bir duygu durumdur. Bu duygu her canlıda farkı anlamlara karşılık gelir. Çiçeğe gösterilen sevgi, onun suyunu vermektir. Hayvana gösterilen sevgi, onun yeme-içme ihtiyaçlarını merhametle karşılamaktır. İnsana gösterilecek sevgi ise ona değer vermek ve şefkat göstermektir. Ancak bunlardan öte sevgi, eylem gerektirir. Sevgi, emekle ve sevmekle başlar.
Kurtuluş Savaşı sırasında 15’inden 75 yaşına kadar verilen can kayıpları Anadolu’nun üzerinde biz hüzün bulutu oluşturmuş, evler ocaksız, yuvalar direksiz, analar oğulsuz ve kadınlar da eşsiz kalmıştır. Gidenler vatan uğruna şehit gitmiş, olanlar geride sağ kalanlara olmuştur. İşte böyle bir coğrafyada ve zaman aralığında neredeyse can kaybı yaşanmayan ev kalmamış, çocuklar hem öksüz hem de yetim büyümüşlerdir.
Türk toplumu kurtuluş savaşı yıllarından sonra yaşadığı kıtlık, yoksulluk ve yaşam derdi Anadolu insanını yorgun ve dertli bir hale getirmiş. Bahtının gülmediğini söyleyerek kendine yüklenmiş ve bahaneyi orda aramış. Dönemin getirdiği zor şartlar, gelenek-görenek ve töre ardına sığınarak insanlar sevmenin ve sevilmenin farkında bile olmadan yaşamını sürdürmüşler. Merhametli ve vicdanlı Türk toplumu, öksüz ve yetimlerin yanında kendi çocuklarını sevememiş onların boyunu bükülmesin diye, hassasiyet göstermiş.
Nitekim öksüz ve yetim çocuklar için duyulan bu hassasiyet giderek kalıplaşır ve Anadolu’nun sıcak kanlı insanları sevgisini gösteremez olur. Bu nedenle o dönemlerde Anadolu’da sevmek, ayıp ya da günah sayılır. Kadın ve erkeğin birbirini sevmesi de günah diye nitelendirilir. Bir annenin ya da babanın çocuğunu, kendi büyüklerinin yanında sevmesi de ayıplanır. Bu adet bu inanış nereden geldi bilinmez. Ancak, Anadolu’da uzun bir zaman sevmek ve sevilmek ayıp ve günah sayılmış.
Sevgiyi göstermenin yasak olduğu bu topraklarda her türlü şiddet ve her türlü öfkenin gösterimi ise; normal karşılanmış. Dayak cennetten çıkma! sevmek ise ayıp ve suç…! olmuş.
Savaş yıllarının izlerini taşıyan nenem, ilk eşini savaşta kaybetmiş ve altı çocuğuna bakan hem ihtiyar heyeti görevini yürüten hem de tarım ve hayvancılıkla uğraşan otoriter bir Anadolu kadınıdır. Yaşadığı zorluklarla mücadele etmesi onu otoriter ve disiplinli bir kadın haline getirmiş. O dönemin zorluklarının izi yüzünde, omuzlarında ise yaşam mücadelesinin ağır yükleri hep olmuş.
O dönemde, Anadolu’nun kırsal yaşamında çocuğun, aile içerisinde pek önemi ve insani değeri yoktur. Çocuk, her aile için tarımsal üretimde çalıştırılacak iş gücü olarak görülür. Öyle ki çocuğun, koyun-kuzunun yanında kıymeti bile yoktur.
Nenem, işlerinin sorumluluğunu taşımada yardımcı olan, evin en küçük oğlu babamla, aynı evi paylaşarak yaşamlarını sürdürmüşler. Babam evlendiğinde de aynı çatı altında nenem ölene kadar birlikte yaşamışlar.
Bir gün babamın ilk çocuğu oğlan olur, yani abim doğar. Kendilerine ileride işlerinde yardımcı olacağı düşüncesiyle ilk çocuğunun erkek olmasının sevincini yaşar. Babam, sevinçle ve sevgiyle çocuğunu kucağına alır, sever ve onunla oyunlar oynar. Babamın, Anadolu köylüsünde görülmeyen bu davranışları sergilemesi, nenemin dikkatini çeker. Nenem de babama kızarak: “Oğlum, bir sende mi görüldü evlat, bu nasıl saygısızlık…? Diğer çocuklarımda böyle bir şey görmedim. İlk defa sende görüyorum bu saygısızlığı…! der. Bunun üzerine babam ise; kendini tutamaz ve neneme dönerek: “Ana, ben baba kucağı ve sevgisi görmedim, izin verirsen ben çocuğumu kucağıma alıp sevmek isterim” der. O anda nenem ağlar, babam ağlar ve anam da ağlar, ağlar… O günden sonra babam evlatlarını özgürce hep sevebilmiştir. Bizleri de sevgisiyle ve ilgiyle büyütmüştür…
Geçmişten gelen bu tür dar inanışlar yüzünden kaç çocuk sevgisiz, kaç kadın ilgisiz ve şefkatsiz kaldı bilinmez. Toplumdaki mutsuzluğun kökeninde bu sevgisizlik tortusu uzun süre yer almıştır. Oysaki, insanın temel ihtiyaçlarından sonra duyduğu en önemli şey “sevgi” değil midir? Sahi sevgi neydi ki…?
Büyük yazar Cengiz Aytmatov’a göre; Sevgi iyilikti, sevgi emek demekti.
Hz. Muhammet’in “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmasınız” sözünde, sevginin imanın ölçüsü olduğunu söylüyor.
Tolstoy “İnsan ne ile yaşar?” eserinin sonunda cevabı sevgiye bağlıyordu. Öyleyse yaşamın ana kaynağı olarak tüm yollar sevgiye çıkıyor.
Peki, bir çiçeği büyüten sevgi ise, insana ne yapmaz ki…?
Sevgilerimle…
HABER KAYNAĞI : HABER MERKEZİ