SON ZİL ÇALMADAN AMAN DİKKAT!
SON ZİL ÇALMADAN AMAN DİKKAT!- Medine EKMEKCİ- Yeni Meram Gazetesi
Hayatın yoğunluğu, hengamesi, geçim derdi derken bazı hakikatleri paspas altı ediyoruz.
Ömür sermayesini tıpkı eriyen bir buz gibi tüketiyoruz farkında olmadan. Hayattaki son zil çaldığında maalesef geri dönüşü olmuyor.
Zülkarneyn Hazretleri bir gün ordusuna şöyle diyor: Gece öyle bir vadiden geçeceğiz ki, gecenin ışığı dahi yok. Ve bu vadiye tekrar dönme fırsatınız yok. Ayağınıza takılan çakıl taşlarından toplayabildiğiniz kadarıyla toplayın!
Gece olur ve askerler bahsedilen vadiye girer. Bir takım askerler: Komutan emretti ama savaştan yeni çıkmışız, yorgunuz ne gerek var çakıl taşlarını toplamaya.
Birtakım askerler: Komutanın emridir, yorgunuz ama en azından 3-5 tane alalım. Bir takım askerlerde şöyle der: Komutanın emridir, bu komutan bizlere çok ganimetler kazandırdı, savaşlar kazandırdı vardır bir hikmeti ne emretti ise harfiyen yapalım.
Buradaki önemli detay bu vadiye bir daha asla geri dönülmemesiydi. Ordu ilerler ve güneş ışığını gösterince, Komutan sorar: Kim ne kadar taş topladı?
Bir de bakarlar ki ne görsünler! Meğer topladıkları taşlar Zümrüt Yakut Elmas imiş. Şimdi ne başladı tabii ki pişmanlık!
Bu komutan senin savaştan çıktığını yorgun olduğunu bilmiyor muydu? Tabii ki biliyordu ama senin faydan olacak şeyler emretti.
Kıymetli dostlar, Ahiret hayatı da böyle işte. Biz şu anda o dünya vadisindeyiz. Ayağımıza değen değerli taşlar daha doğrusu başımıza değen değerli taşlar; ibadetle, zikirle, fikirle, şükürle ömrümüzü tamamlarsak ahirette de mesud olan biz olacağız inşallah.
Aslında her an tüm kainat Allah'ın Hayy ismi ile dirilip, Mümit esması ile ölüyor.
Her ne kadar ölümü bilsek de, hiç kimseye yakıştıramıyoruz öyle değil mi?
Ölümün mutlaklığını flulaştırmak, ötelemek isteriz. Yoksa zordur her an ölümü düşünerek yaşamak.
Ölümle aramıza bir mesafe, bir buzlu cam koyarız.
Avunuruz, elden geldiğince. Ama gün gelir, aniden bir ölüm gelir ve yolumuz düşer mezarlıklara.
Ahh! Bir de öyle yiğitler vardır ki, ölüme bile meydan okurlar. Ölümü bile öldürürler. Tıpkı Hz. Hamza gibi. Nasıl bir yürek, nasıl bir cesaret, nasıl bir iman!
Ya “ölümü düğün günüm” diye tarif eden Mevlana Hz. Ne demeli?
Sevgili Peygamberimiz: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz” buyurdular. Ne dinimiz tam ne dünyamız. Her işimiz yarım yamalak. Eh bu hâldeyken ölümü nasıl bekleyelim?
“Onlar Rabblerine kavuşmayı canı gönülden arzu ederler” diyor Rabbimiz.
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber. Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?
‘Necip Fazıl Kısakürek’
Bu güzelliklere mazhar olmak için; öncelikle nefisten arınmak gerek .
Dün Cemal amcam emaneti sahibine teslim etti. Rahmetliyi toprağa verdik. Dünya dışarda kaldı. Duygularımı kelimelerle ifade etmem kifayetsiz kalır.. Rabbim makamını âli mekanını Cennet eylesin inşallah. Tüm sevenlerine sabrı cemil versin.
Çocukluğumun ilk yıllarında, ölüm, hayatımızın arka sokağıydı. O vakitler, ölüler ile dirilerin arası bu kadar açık değildi. Ölüm, ailemizin bir ferdi gibiydi. Mezarlık da semtimizin en sakin köşesi.
Fırsat buldukça, mezarlıkları ziyaret ederim. Bu gitmelerin faydası çoktur. Hırsı dizginler, dünyaya düşkünlüğü önler. Derinlikli muhasebe yapmanıza yardımcı olur. Ölüler, ölümlülere hep aynı tembihte bulunur: 'Daha sakin daha sakin ‘.
“Ağzınızın tadını bozan Ölümü çokça anın” Peygamberimiz.
Ölüm ve zaman daima bir yardımlaşma içindedir. Zaman yavaştan alırken, ölüm çarçabuk bitirir işini” der ya John Berger...
Ölümü idrak edip o yüce üstadın bilince varanlardan oluruz duasıyla.
-
Henüz yorum yapılmamış.İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.