YENİDEN DOĞUŞ’UN HİKAYESİ “HİCRET”
YENİDEN DOĞUŞ’UN HİKAYESİ “HİCRET”- Medine EKMEKCİ- Yeni Meram Gazetesi
Hicret, sözlükte “terk etmek, ayrılmak, ilgisini kesmek” anlamına gelirken, genelde; “bir yerden bir yere göç edilmesi” anlamında kullanılmaktadır.
İmtihan dünyasında yaşadığımız için ‘imtihan içinde imtihan’ diyebileceğimiz olaylarla iç içeyiz. Varlığın, darlığın, yokluğun, bolluğun sonucundaki sorumluluk ve yükümlülüğün sınavı.
Bundan mütevellit, hicretin her konuşulup yazıldığı yerde, Peygamber Efendimizin hayat tarzını bir bütün olarak anlamadan, Kur’ân’ı da, İslâm’ı da, dünyayı da, dünyanın meselelerini de anlayamaz, kavrayamaz ve anlamlandıramayız.
Merak ettiğim şey; sevgili Peygamberimiz ve ashabının Mekke’den Medine’ye hicret etmesi neden müslümanların takviminin başlangıcı olarak seçildi?
Meselâ Peygamberimizin doğum günü, ilk vahyin indiği Kadir Gecesi, Mekke’nin Fethi gibi Müslümanların tarihinde son derece önemli günlerden birisi de başlangıç tarihi olarak seçilebilirdi. .
Peki, hakikati neydi bu hicretin? Bir medeniyet inşa etme(!) arayışının sonucuydu aslında. Sevgili peygamberimizin Mekke’de öğrettiklerini bir şehir hayatında; teoriden pratiğe geçerek, toplumun değişim dönüşümü de diyebiliriz..
Peygamberimizin hicreti, sadece bir maişet, bir göç ve bir sığınma meselesi değildi tabii ki.
Bizlerin yaptığı en büyük devrim ise koltuktan kalkıp prize kadar telefonu şarja takmak için yürümek.
İnsanın insanlığından “göç” ettiği bir dünyada yaşıyoruz. Hicret, cami merkezli, ibadet eksenli ve eğitim merkezli bir hayattır. Bu da sokakta başıboşluktan eve hicret.
Dağılan zihinlerimiz, enkaz olan duygularımızdan bilince ve şuura hicret etme vaktimiz gelmedi mi?
Hoş, “bilince ve şuura hicret etme” günümüz şartlarında ne kadar mümkün diye sorabilirsiniz? Bir kere vaktimiz var mı düşünmeye? Sabah 8.00’de işe gidiyorsunuz akşam 18.00’de dönüyorsunuz. Asgari ücret alıyorsunuz, kıt kanaat kirayı ödemeye çalışıyorsunuz eve ekmek getirmeye çalışıyorsunuz. Frekansı düşük bir insan hangi ara düşünecek öyle değil mi? Adam hayatta kalma ayakta kalma mücadelesi veriyor..
Düştüğümüz veya düşürüldüğümüz bir sürgün hayatı yaşıyoruz. Öyle bir sürgün ki kendi kendimizden, özümüzden uzaklaştırılan bir sürgün! Bizi bu sürgünden kurtaracak bir “hicret seferberliği” başlatmalıyız. Günahtan sevaba, kötülükten iyiliğe, değersizden değerliye, dünyadan ukbaya hicret. Kutsala hicret!
Hocam derdi ki: İnsan niyeti kadardır. Önce niyet etmenin mayalayıcı özelliğini bilip başlamalı.. Sonra hicrete neden ihtiyacımız var neden gereklilik duymalıyız? kısmı üzerine tefekkür etmeliyiz. Sahi neydi hicret?
Mekke’de ekilen tohumların medeniyetin öznesi Medine’de yeşermesiydi hicret..
Anlaşılan hicret dışımızdan içimize, karanlıktan aydınlığa giden yol, yolculuk. Peki biraz da günümüze dönelim ne var ne yok.
Malumunuz günümüzde artık ensar -muhacir sözcüklerini söylemeye çekinir olduk. Çünkü devletimizin yanlış politikalarıyla halkımızın duyguları istismar edildi. Âdeta demagoji yapılıyor.
Son günlerde Afgan mültecilerin de gelmesiyle “yol geçen hanına dönen “ ülkemizin geleceği pek parlak görünmüyor..
Toplumun demografik yapısından tutun da, sosyolojik, psikolojik ve ekonomik yapısı tehdit altında.
Önce can, sonra canan. Önce kendi milletinin faydasını gözetmeli. Dengenin ucu fazlaca kaçtı. Buradaki söylemlerimi ‘nefsi’ olarak algılamak henüz olayın farkına varamamak demektir. Şuraya olayı özetleyen cümle bırakıyorum:
Kainatta bir sistem var, neyin miktarını çoğaltırsan değerini düşürürsün.
Doğduğun coğrafya kaderindir, doğru. Ensar, muhacir kavramlarını acaba biz yanlış mı algıladık..?
Konuyu çok dağıtmadan, umarım gerçek anlamda zahiri ve batıni olarak hicretin anlamını idrak edenlerden oluruz. Vesselam.
-
Henüz yorum yapılmamış.İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.