Hepimiz birer insan olmak dışında konakçıyız aynı zamanda. Vücudumuzda trilyonlarca mikroorganizmalara ev sahipliği yapıyoruz. Bu misafirlerimizin bulundukları her bir bölgeye ‘mikrobiyota’ demekteyiz ve ben sizlere bugün ‘bağırsak mikrobiyotası’nı anlatmaya geldim. Bugünkü yazımızı okurken elinizde çay, kahve değil; 200 ml kefir olsun. Hadi başlayalım!
Bağırsak mikrobiyotamız genel olarak bakteri yoğunluktadır. Peki, ne yapar bu bakteriler, bizlere zararı var mı, yararı nedir?
Bu mikroorganizmalar başta sindirim sistemimiz olmak üzere, bağışıklık sistemimizi, psikolojik durumumuzu, metabolizma hızımızı düzenler ve bu sistemler üzerine pozitif veya negatif yönde etki ederler. Pozitif ve negatif yön ne demek oluyor diye soracak olursanız; bağırsağımızdaki bakteri grupları iyiler ve kötüler olmak üzere iki çeşittir. Eğer iyi sayısı, kötü sayısından fazlaysa şahane, denge pozitif yöne kayar; vücudumuz bu durumdan hoşnut kalır. Aksi takdirde kötü bakteriler, iyi bakterilere galip geldiğinde ne yazık ki denge negatif yöne kayıyor ve işler bu noktada bozuluyor! Dengenin kötüler lehine bozulması sonucu ödem şikâyetleri, sivilcelenmeler, bedenen ve ruhen yorgunluk, sindirim sistemi problemleri gibi pek çok tanıdık şikâyetler baş gösterebiliyor. Anlayacağınız boşuna ‘ikinci beyin’ demiyorlar bu organa. Vücudumuzda baştan aşağıya sözü geçiyor.
O halde bağırsaklarımızı nelerin üzüp nelerin sevindirdiğini konuşalım biraz da.
Yanlış beslenme düzeni ile iyi olan bağırsak bakterilerinizi dış etkenlere karşı savunmasız bırakıyor olabilirsiniz. Vücudumuzdaki bağışıklık hücrelerimizin hafife alınamayacak kadar olan kısmı bağırsak duvarımızla ilişki kurup herhangi bir dış tehdide karşı bizi savunurlar. Hatta ve hatta pek çok hastalığın taa bağırsaktaki bu yetersiz savunmadan kaynaklandığı söyleniyor. Besinlerde yanlış pişirme yöntemi kullanmak, aşırı tuz, yağ, şeker, katkı maddesi kullanmak, fazla basit karbonhidrat, alkol, uzun süreli antibiyotik vs. almak bahsettiğimiz savunmanın etkisini oldukça kırıyor.
Bağırsağımızı mutlu etmek, iyi misafirlerimizi olabildiğince iyi ağırlamaktan geçiyor. Hepinizin az çok duyduğu terimlerden bahsedeceğim şimdi. İlki ‘prebiyotik’. Probiyotikler bağırsak sağlığımızı iyileştirip korumakla görevli besin bileşenleridir. Başlıca prebiyotik kaynaklarını sayacak olursak, meyvelerden muz, elma, üzüm; sebzelerden kuşkonmaz, kereviz, yer alması, enginar, pırasa, soğan, sarımsak; tahıl grubundan yulaf, çavdar, karabuğday, tam buğday; bakliyatlardan nohut, bezelye, soya fasulyesi; yağ/yağlı tohum grubundan ise badem, keten tohumu ve cevizi söyleyebiliriz.
Bunlardan pırasa iyi bakterileri koruyup kollamakla birlikte aynı zamanda yağ yakımında da etkin rol oynar.
Muzun sert, olgunlaşmamış ve yeşilimtırak renklisi prebiyotik yönünden daha çok zengindir.
Gelelim ikinci terimimiz ‘probiyotik’ lere. Probiyotikler, bağırsaklarımız için dost bakterilerdir. Prebiyotik gibi cansız besin bileşeni olmaktan ziyade canlı ve iyi bakterilerdir. Bu dost bakterilerimizi de vücudumuza yeterli miktarda aldığımızda şişkinlik/gaz/ishal/kabızlık gibi rahatsız edici durumlarda iyileşme gözlemleyebilir ve mide enfeksiyonlarına karşı koruyuculuk kazanabiliriz.
Kilosu normal aralığın dışında olan bireylerde probiyotiklerin yeterli miktarda bulunmadığı düşünülebilir. Aynı şekilde şeker hastası kişilerde probiyotik dediğimiz yararlı bakteriler azalmaktadır.
Probiyotik içeren besinlere bakacak olursak; kefir, yoğurt, lahana turşusu, kimchiyi sayabiliriz.
Ayrıca probiyotik yoğurtların düzenli tüketimi sadece bağırsak sağlığımızı değil ruh sağlığımızı da iyileştirebiliyor. ‘Bir taşla iki kuş!’ tam da bu noktaya yakışıyor.
Gelelim sözün özüne. Bağırsak dediğimiz uzun, ince bir yol. Bu yola baş koymuş iyi misafirlerimizi sevindirmek de üzmek de bize bağlı. Misafirlerinizi iyi ağırlayın ki, onlar da sizler için verimli çalışsın. Haftaya görüşmek üzere, sağlıcakla kalın!
@dyt.ummugulsumetyemez