KÜRESEL ISINMA
KÜRESEL ISINMA- Mehmet HANÇERLİ- Yeni Meram Gazetesi
Gün geçmiyor ki gündemi takip ederken son 20 yılın, 25 yılın haziran ayı, temmuz ayı sıcaklık rekoru kırıldı haberlerini almayalım. Isınıyoruz, bölgesel ya da kıtasal ölçekli değil. Gezegen ölçekli, dünya ölçekli bir ısınma yaşıyoruz. Bu ısınmanın en büyük göstergesi de sigortamız konumundaki buzulların gün geçtikçe erimesi.
Bir anormal durum da şu olsa gerektir. Eğer buzullar eriyorsa evrendeki suyun artması lazım. Denizlerdeki su seviyesinin artması lazım. Denizlerdeki su seviyesinin yükselmesi ve yer altı su seviyelerinin artması gerekiyor. Düz mantıkla hüküm verilirse durum bu. Yine bir düz mantık örneği verelim. Bir yerden ya da dünyadan ısı kullanımı artıyor ise devamlı kullanımdan dolayı güneş dahil ısı düşmesi yaşanması gerekmez mi? Tam tersi güneşte zaman zaman patlamalar oluyor.
Dünyaya döndüğümüzde sürekli enerji harcamaktayız. Pekala sıcaklık düşeceği yerde gün geçtikçe artıyor. Biz insanoğlun da doğru durmadığı kesin. Yer altında sessiz sedasız kimseye zararı olmadan duran, enerji veren karbon yataklarını, petrolü gün yüzüne çıkartıp onu yakıyoruz. Petrol, kömür ve diğer rezervler. Ondan sonra da karbon salınımından bahsedersek ozon tabakasındaki deliği onarmak için “büyükbaş hayvan vergisi” koymaya çalışırız. Orası biraz mışırıklı ama yapay et üretimine zemin mi hazırlanıyor, bilemeyiz.
Bu küresel ısınma dünyadaki tüm dengeleri alt üst ediyor. Deniz suyundaki 1 derecelik ısınma, denizlerdeki binlerce tür canlının sonunu getiriyor maalesef. İklim olarak en şanslı konumdaki Avrupa'da parkların çoğunda sulama suyu şebekesi yok. Gerek de yok zaten. Ancak son yıllardaki kuraklık onları da etkilemiş durumda. Buğday yetiştirmede en müsait ülke olan Ukrayna dahi ne yapacağını şaşırmış durumda.
Güzel ülkemizin güzel insanları, gelecek kuşağın haklarını da gasp ederek yeraltı suyunu hoyratça çekiyoruz. Su şimdilik deniz derya olunca canımız nasıl isterse o şekilde sulamaktayız. Vahşi sulama da dahil. Yaza yaza biz usandık. Eskiden bir iç deniz olan Konya'mızda yeraltı suyunun kuruduğu yerler var. Yeraltı suyunun zemine çıkartılmasını daha öğrenmediğimiz dönemlerde tarlayı sabanla sürüp gübre atmadan yağacak yağmurlardan medet umarak ekim yapılırdı. Şimdilerde aynı yöntemle ekim de yapamazsınız. Toprağı tembelliğe alıştırdık. Su ve gübre olmadan mahsul vermiyor. Yani almadan vermiyor.
Demedi demeyin, bu kuraklık bu şekilde sıcaklık rekorları kırarak ivmeli bir şekilde giderse bırakın tarıma su kullanmayı içme suyumuz bile sıkıntıya girecek. Tabiat bizi kibarca uyarıyor ancak bizim gözlerimiz kör olmuş. Van, Tuz, Beyşehir gölleri çekilmiş hele sıcak hava ile birlikte buharlaşmanın da artmasıyla birlikte sular çekiliyor, çekilmekte daha da çekilecek. O zaman şu andaki tarım ve sanayi toplumu özelliğimiz biraz daha sanayiye doğru kayacak. Akşehir Gölümüz nerede, Eber Gölü çekildikçe çekiliyor. Beyşehir Gölü Tolca Köyü kenarındaki göl 150-200 metre çekilmiş. Büyükbaş hayvanlar yayılım yapıyorlar.
Tekrar etmekte fayda var ancak ne kadar faydası olur bilinmez. Bizler coğrafi tarım ekim alanlarını oluşturmalıyız. Bölgesel tatlı su kaynaklarını bir bir çıkartıp su potansiyeline uygun tarım yapılmalı. Hep dedik ya Konya'da buğday, arpa ve ona göre okkalı bir teşvik, Trakya bölgesinde de ayçiçeği ve mısır ekilmeli.
Konya'nın içme suyunun büyük bir bölümünü karşılayan Mavi Tünel'deki suyun Konya'ya getirilmesinde emeği olanlardan Allah razı olsun. En dolu döneminde 420 milyon ton su gelebilecek Mavi Tünel'de su miktarı umarız küresel ısınma ile beraber düşmez. Düşerse biz de alternatif çok, başlarız yeraltından çekmeye. Suyun sertlik derecesi 45'lere kadar yükselmiş. Ne zamana kadar çekeceğiz kuyulardaki suyu, bitene kadar.
Bitince ne olacak? Biz Türk'üz. Kervanın göçü yolda düzülür. Onu o zaman düşünürüz. Bir yakınımız köydeki tarlasına 3 yıl önce 6 metre boru ilavesi yapmıştı. Bu sene de 12 metre boru ilavesi yaptı. Ne zaman kadar boru ilavesi yapılır. Bitene kadar.
Bizler acer arabalarımızı bol suyla haftada en az iki kez yıkamaya devam edelim. Zira itibardan ödün verilmez.
“SU MEDENİYETTİR.”
-
Osman Avcı2024-07-25 18:49:13Mehmet Hançerli bey, sizlerin de vurguladığı şekilde kutuplar dünyamızın sigortasıdır; normalde buzullar eriyince atmosferde sular çoğalacak; atmosferdeki sular çoğalınca yağışlar artacak; ve havalar serinleyecek. Her şey göründüğü gibi değil; işin aslı farklıdır. Gezegenimizin atmosferindeki sera gazları yeryüzünün soğumasını engelliyor; bilakis sera etkisi yaparak aşırı ısıtıyor. Hatta kış mevsimleri bile ılık geçiyor. Böyle giderse kış mevsimi yok olacak gibi görünüyor. Sera gazları diye tabir edilen fosil atıkları yada eksoz dumanları atmosferin alt tabakasında birikiyor. Bu sera gazlarını normal oksijen temizleyemiyor; ancak yağış anındaki oluşan şimşek ve yıldırımlar ile zararlı bileşik halinden tuz ve gübreye dönüşerek; yeryüzüne dökülebiliyor. Aslında gezegenimiz buz devri periyoduna girmek üzeredir. Bundan dolayı da havaların soğuması ve de kış mevsimlerinin sert geçmesi gerekiyor. Bu sera gazları denen meret ve pislikler gezegenimizin normal hava dönüşümünü de bozdu. Haliyle önce mevsimler kaymaya başladı; ardında da kış mevsimi yok olmaya başladı. Böyle giderse ağaç ve ormanların çok olduğu deniz kenarı sahil bölgeler (marmara ve karadeniz) tropikal yağışlar sebebiyle sel ve heyelanlara maruz kalacak; gerilerde kalan Konya ovası gibi ağaçsız açık araziler yavaşdan çölleşecek. Sizler daha iyi bilirsiniz: Konya şehrimizde eskilerde kış mevsimleri çok sert ve bol karlı geçerdi; şehir merkezinde bile 1-2 metre kar yağdığını hatırlarız. Ayrıca ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde de bol yağışlar görülürdü. Ben çok iyi hatırlarım; bahar aylarında şakır şakır yağmur yağardı; ve yağmur yağarken gök gürültüleri hiç bitmezdi. Uluırmak caddesinden Kaşınhanı mahallesine kadar tahliye kanalları vardı. Bu kanallardan Haziran ayının ortasına kadar devamlı gürül gürül su akardı. Bu da yetmezmiş gibi Beyşehir gölü ile Apa ve Suğla göletlerinden çarşamba kanalıyla ovaya gürül gürül sular akardı. Hatta akan sular Konya ovasını bile taşırırdı. (Hotamış sazlığı) Konya aslımında küçük göletler oluşurdu. Bu göletlerde türlü kuş türleri beslenirdi. Bütün bu sular nereden gelirdi? Dünya cenneti sanılan dağlarda eriyen karların suyundan oluşurdu. Anadolu ve Türkiyemizde sanayinin gelişmesiyle taşıtlar arttı; (eskilerde taşıt denen bir şey yoktu; koskoca mevlana meydanında faytonlar vardı. Bizler ancak asfalt üzerinde faytonları çeken atların nallarının şıkırtısını duyardık.) nüfus ve kentleşmenin etkisiyle de sera gazları oluşmaya başladı. Sera gazları da yağışları ve mevsimleri yok etmeye başladı. Hatta o hale geldi ki; solduğumuz hava bile zehirli ve radyasyonludur. Toplumdaki hastalıkların külliyen sebebi sera gazlarının etkisiyle oluşan zehirli havadır. Eskilerde şehir merkezinde bile kocaman karakavaklar vardı. Göçmen kuşlar bu kavaklarda cıvıl cıvıl tünerdi. Akşam güneş batarken turnaların "V" şeklinde uçuşlarını izlerdik. Eskilerde her evin önünde bağ ve bahçeler vardı. Evlerimizin avlusunda ahırlar ve tel örgülü kümeslerimiz vardı. Bizler etimiz, sütümüz, yağımız, yoğurdumuz ve yumurtamızı kendimiz karşılardık. Herkes bütün sebzesini ve üzümünü bağ ve bahçesinden yetiştirirlerdi. Ben çok iyi hatırlarım; Bizler eskilerde sulu ekşi domatesleri, güzelim tazecik yeşil fasulyeleri birer birer toplardık. Armud, kiraz, vişne ağaçlarından meyvelerimizi toplardık. Ardından sepetlerimizin aralarına kese kağıdı koyarak; meyvelerimizi dizerdik; çuvallara ayşe fasulyeleri koyardık; kasalara da domatesleri yerleştirirdik. Armut ağaçlarından topladığımız sulu şeker armudunun tadını hiç unutamam. Ben bir yandan fazla olgunlaşmış armudları yer; diğer yandan sert armutları ağaçtan annemin ve ninemin eline, kucağına atardım. Ben adeta maymun ve şebek gibiydim; daldan dala geçerdim. Ertesi sabah erkenden üç tekerliye biner; çarşının yolunu tutardık. Çarşıdaki kadınlar pazarında taşların üzerinde yer kapacaz, diyerek; demir kapının açılmasını beklerdik. Bu getirdiğimiz sebze ve meyveleri öğleye kadar ninem (babaannem) ile satardık. Bu arada karnımız acıktığında oralarda satış yapan simitçilerden simitleri alıp; çayla yer, içerdik. Bazen de etliekmek ve börek yerdik; ayran içerdik. Şendağlı Ahmet ağabeyimizin yağlı somunlarının tadını hiç unutamam. Böyle giderse hepten susuz kalacağız. Zaten şehir şebeke suyunu içemiyoruz; temizlik amaçlı kullanıyoruz. Bari ne hacet tatlısu baraj ve göllerimiz var ki; bunlar ile içecek suyumuzu karşılayabiliyoruz. Eğer paketlenmiş damacana ve pet şişelerdeki sularda olmasa susuzluktan hepimiz kırılacağız.