MASKE- MESAFE- HİJYEN

Hava sıcaklıklarının mevsimsel olarak düşmesiyle birlikte hastalıklarda da ters orantılı olarak bir yükseliş söz konusu. Geçtiğimiz günlerde bir soru üzerine Sağlık Bakanımız, hemşehrimiz Sayın Fahrettin Koca, bir açıklama yaptı. Yaptığı açıklamalar haklı olarak bizleri biraz telaşa düşürdü.
Sayın Bakan hastanelerdeki doluluk oranımızın Türkiye'de ortalama yüzde 65, yoğun bakım ünitelerinde doluluk oranının yüzde 72, İstanbul'da yoğun bakım doluluk oranının ise yüzde 83 olduğunu söyledi. Burada en korkutucu olanı İstanbul'daki oran. Şöyle bir düşündüğümüzde metropolde yoğun bakım yataklarında sadece ve sadece yüzde 17'lik bir kısım kalmış. Hava sıcaklıklarının biraz daha düşmesiyle birlikte bu oran yüzde yüze yaklaşabilir.
Burada yoğun bakımları dolduran, okullarımızda yaygın ve evlere çok hızlı bir şekilde taşınan virüs, tek bir virüs de değil. Yetkililerimizin ifadesine göre tek bir virüse ait salgın değil, Kovid-19, influenza yani grip vakaları.
Eski griplerimiz özellikle belli bir yaşın üstündeki abilerimizin, ablalarımızın bir grip aşısı ile bile ayak üstünde geçirdikleri basit bir hastalıktı. Her şeyde olduğu gibi gribal enfeksiyonlar da değişime uğradı. Mutasyona uğrayan virüs daha bir güçlendi, mikrobik olarak kendine göre dirençli hale geldi . Yaşlı, genç, çocuk demeyip yatağa mahkum ediyor.
Yine eskilerden bir söylemi hatırlayalım. “Grip ilaçlarla bir haftada, ilaçsız yedi günde geçer” diye. Şimdilerde virüs 20 gün gitmiyor. Hatta yan etkilerinden öksürük, daha uzun süreli kalabiliyor. Tıbbi tabiri de genelde “üst solunum yolu enfeksiyonu”. İnsanının vücudunun direncine göre misafir oluyor ve ağır ya da hafif geçebiliyor.
İşin uzmanları, hasta olan öğrencilerimizin okula gönderilmemesi, yine rahatsız olan kardeşlerimizin hastalığı topluma yaymamaları için maske takmaları önerisinde bulunuyorlar. Diyorlar ki, Kovid-19'dan bir hayli tecrübemiz var. Bu tecrübelerin bir kısmını dahi uygulasak yeter. Hava sıcaklıklarının artması ile birlikte, salgın ortadan kalkacak haliyle.
Pandemi döneminde ne yapıyorduk, bir hatırlayalım. Kafeler genelde boş, lokantalarda boşluk bırakılarak oturulan masalar. Yüzümüzden düşmeyen maskeler. Topluluklardan uzak duran insanlar. Camilere seccade götürerek 1,5 metre aralıklı namaz kılan müminler. Hatta bir ara cuma namazına dahi kapatılan camiler.
İnsanımızın gözünü korkutmak adına ifade etmiyoruz. Ancak bizler de pandemi sonrası rahata erince maskeleri bir attık, pir attık. Eskisi gibi kucaklaşmalar, tokalaşmalar. Camilerde omuz omuza saf tutmalar. Şimdi hatırladım, toplu taşıma araçlarında dahi koltuk atlamalı oturaklarda seyahat etmedik mi? O zaman bize düşen sağlıklı birey olabilmek için öncelikle hijyene dikkat etmek. Zaten dinimizin gereği de bu değil mi? “Temizlik imandandır.” İkincisi kalabalık ortamlarda bulunduğumuzda ve kendimizde hastalığın belirtilerini gördüğümüzde hiç erinmeden maske takmak. Üçüncüsü de insanlara böyle zamanlarda biraz mesafeli durmak. Hulasa Kovid-19 tecrübelerinin bir kısmını olsa bile hayatımıza uygulamak.
Ne günler geçirdik. Önceleri bulunamadığından insanımız Çin aşısı Sinovac yaptırdı. Sonraları Almanya'da yaşayan Türk asıllı profesörlerin bulduğu BioNTech aşısını son olarak da yerli aşımız Turkovac'ı yaptırdık. Ancak bu aşıların uygulaması ile birlikte hastanelerin kardiyoloji servislerinde bir yoğunluk gözlemlendi, hala da devam ediyor. Bunu biz değil, yetkili hastane makamları söylemekte. Hiç aşı olmayıp hayatını kaybeden orta yaşlı kardeşlerimiz oldu. Ancak şu an itibariyle acaba aşı olmayan bireyler daha mı şanslı? Uzun vadede bunların sonuçlarını daha iyi göreceğiz.
Şu anda bir gribal salgın ile karşı karşıyayız. Mutasyona uğramış, dersine çalışmış Covid-19'u da yanına almış bir virüs var karşımızda. Niyeti de pek iyi denilemez. Tedbiri elden bırakmamak lazım. Özellikle hastalığa yakalanmış kardeşlerimizin ve öğrencilerimizin toplumdan hastalık geçene kadar uzak durmaları ve maske takmaları gerekir. Böyle yaparlarsa kul hakkına da girmemiş olurlar.
Sağlıklı günler efendim.
Saygılarımızla.